‘Bakın yaklaşıyor yaklaşmakta olan!’

Suudi Arabistan’ın aralarında Şii bir din adamının da bulunduğu 47 kişiyi idam etmesinin ardından tırmanan İran-Suudi Arabistan gerginliği, dün tamamen koptu. Mezhep temelli ya da bahaneli görünen sıkıntı en az on yıldır dipten devam ediyordu. Taşeronlar eliyle sürdürülen savaş, devletler düzeyine çıkmış oldu böylece.

Tarihin derinlerinden gelen eski bir travmanın uyandırıldığına, Şii-Sünni fay hattının yapay etkilerle tetiklendiğine, DAEŞ’in bir anda nasıl yaratıklandırıldığına şahidiz hepimiz.

Kuşkusuz en büyük etki, nitelikli katkı ABD’ye ait.

Irak’ın işgal, Saddam’ın idam edilmesiyle İran’ın bölgede rakipsiz kaldığı ve kolayca yayıldığı gerçeğini kimse inkar edemez bu süreçte. Öyle ya da böyle, El Kaide lideri Bin Ladin’in öldürülmesinden sonra DAEŞ’in hızla güçlendiğini, Irak ve Suriye’de mali kaynaklara kolayca ulaştığını, pek çok şehri mesela Musul’u anahtar teslim aldığını da...

Amerikan işgali sürerken Irak hapishanelerinde, özellikle Ebu Gureyb’de vaka-i adiye halini alan insanlık dışı muamelelerin, korkunç işkencelerin DAEŞ’in aradığı psikolojik zemini yarattığını da...

Ya da Amerika 2011’de Irak’tan çekilerken Bağdat’ı Maliki başkanlığında katı bir Şii yönetime bıraktığını, Sünnilerin her alandan dışlandığını ve çaresizce arayışa girdikleri gerçeğini...

Ve tüm bunlar olurken Türkiye’nin ilgili taraflara ahlaken ve siyaseten doğru mesajlar verdiğinidinler, mezhepler, etnisiteler arasında yapılacak bir ayrımcılığın korkunç sonuçlar doğuracağını söylediğini de...

Amerika’ya, Rusya’ya, Suudi Arabistan’a, İran’a, Esed’e... bölgesel ve küresel aktörlerin tamamına söyledi bunu Türkiye. Yaklaşmakta olan şiddet anaforuna engel olmak istedi.

Buna rağmen “Sünnicilik”le suçlandı.

“Ekseni kaydı” dendi.

İçimizdeki İrlandalıların tekrar ettiği ezberlerle neler demediler ki. “Erdoğan’la Esed’in arası Esed Nusayri diye bozuldu” dediler. Sanki baba Esed sonrasından 2012’ye kadar iyi olan ve Erdoğan’ın Suriye yönetimine “halkın demokratik taleplerini karşılayın, Kürtler vatandaşlarız, onlara nüfus cüzdanı verin, haklarını teslim edin” dediğinde Esed Nusayri değilmiş gibi!

Ya da Maliki ilk göreve gelip Şiicilik yaptığı zamana kadar olan arada sanki sıkıntı varmış gibi.

Bölgede İran yayılmacılığı hızla ilerlerken, Sünni hoşnutsuzluğu şiddete evrilirken Türkiye her platformda gidişata dikkat çekti.

Sünnileri denklem dışında tutmayın, “bakın yaklaşıyor yaklaşmakta olan” dedi. Sünnicilikle yaftalandı.

Halbuki Mübarek’in Mısır’ında laiklikten bahsetti Erdoğan, İmam Hatip Lisesi mezunu, alnı secdeli bir başbakan olarak. Suriye’ye gittiğinde demokrasiden, İran’a gittiğinde mezhepçiliğin fenalıklarından...

Arap Baharı yaklaşmaktaydı ve demokrasi esintisinin kaynağı Türkiye diye bu defa da “Erdoğan Neo-Osmanlıcı” dediler. İstenen İran yayılmacılığını, Şii hilalini görünmez kılmaktı. Şimdilerde DAEŞ terörüyle Esed terörünü görünmez kılmaya çalıştıkları gibi tıpkı.

Oysa Türkiye, iletişim ve ulaşımın sınırları şeffaflaştırdığı bir çağda, on yıllardır ihmal ettiği komşularıyla iyi ilişkiler kurma derdindeydi. Ortak bakanlar kurulu toplantıları, anlaşmalar yapılıyor, ekonomi turizm gelişiyor, yeni sınır kapıları açılıyordu.

Kendi menfaatlerini mazlum halkların, masum çocukların hayatlarının üzerinde gören güçler müdahale etmese, Türkiye’nin çizdiği vizyon işleseydi, Suriye’den Türkiye’ye ve Avrupa’ya can havliyle mülteciler değil eğitim için öğrenciler, ticaret için iş adamları, kültürel etkinlikler için sanatçılar geliyor olacaktı.

Bugün de Türkiye yapıcı ve dengeli bir siyaset güdüyor. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in İran’dan sonra Suudi Arabistan’a yaptığı ziyarette söyledikleri, Türkiye’nin bakış açısının dinen, ahlaken ve siyaseten ne kadar doğru olduğunun da kanıtı.

İnşallah bu defa çabalar sonuç verir. Yoksa kan ve gözyaşından başka şey getirmeyecek zaman.