‘Bali Toplantısı' dolayısiyle çokça anılan Endonezya'dan ne kadar haberdârız?

(Rusya lideri Putin hariç) Gelişmiş 20 ülke (G20) liderlerinin 2022 yılı toplantılarını Endonezya'nın Bali adasında yapmaları dolayısiyle, Endonezya çok söz konusu oldu.. Ve bu toplantı dolayısiyle, özellikle iki isim de, dünya kamuoyunda daha bir öne çıkıyordu. Bu iki isimden birisi, Rusya Başkanı Putin idi Çünkü, o, 'Ukrayna Savaşı yüzünden üzerine çokça eleştirilerin geleceğini düşünerek toplantıya gelmemek sûretiyle zihinleri daha bir üzerinde topladı.

İkinci isim ise, Türkiye Başkanı Erdoğan idi. Çünkü, Erdoğan, Rusya- Ukrayna Savaşı'nın durdurulması ve hele de bir nükleer savaşa dönüşmemesi ve de dünya gıda ekonomisinin can damarını teşkil eden 'tahıl yolu'nun açılması için gösterdiği yorulmak bilmez çabalarıyla dünyanın dikkatini ve herhalde saygısını kazanmıştı.

Amerika ise, eskiden, 'NATO müttefikliği' adına direktifler vermeye alıştığı Türkiye'nin şimdi kendi inisiyatifiyle hareket etmesine ve Rusya'ya koyduğu ambargolara, Erdoğan'ın, 'Biz bu ülkeyle komşuyuz ve tarihî ve ekonomik bağımız var..' diyerek riayet etmemesi sebebiyle, Erdoğan'dan duyduğu rahatsızlığını gizlemiyor. Başkan Erdoğan, sıkça dile getirdiği, 'Dikleşmeyeceğiz, ama, dik duracağız..' şeklindeki sözünü unutmuyor.

Allah hayırlı işlerde yardımcısı olsun diye dua edenleri az değildir, herhalde..

'Bali Toplantısı' vesilesiyle Güneydoğu Asya'ya biraz daha eğilelim ve bilgilerimizi tazeleyelim.

Endonezya ve Malezya devletleri, nüfuslarının büyük bölümü, Müslüman olan ülkelerdir. Ve Endonezya, 280 milyonu aşan dev nüfusuyla, en kalabalık Müslüman ülke durumundadır. Malezya'da yaklaşık 34-35 milyon olarak kabul edilmektedir.

Bu iki ülkeden ayrı olarak, Filipinler, Singapur, Brunei, Laos, Tailand, Vietnam Kamboçya ve Myanmar (eski adıyla, Birmanya)'da bile umûmî nüfuslarının -bazılarında- yüzde 8-10 kadarını teşkil eden Müslümanlar bulunmaktadır.

Dünya Müslümanları 1 milyar 800 milyon kadar tahmin edildiğine göre, bu nüfusun en azından 6'da biri, o coğrafyalarda bulunmaktadır.

İslâmiyet'in bu bölgeye ilk Hicrî yüzyılın sonlarına doğru Müslüman tâcirler aracılığıyla ulaştığı kabul edilmektedir. Özellikle, Milâdî- 16 ve 20. yüzyıllar arasında güçlü olan Açe Sultanlığı'nın, sosyal hayatı derin bir kültür ve medeniyet hareketi olarak kuşattığı bilinmektedir.

Ama, o diyarlar konusunda maalesef fazlaca bir bağımız, ilgimiz ve bilgimiz de olmamıştır.

Osmanlı dönemindeki gücümüzle övünürüz, ama, bu uzak coğrafyalardaki Müslümanlarla ilgilerimiz neredeyse yok derecede olmuş ve de 'tabiat boşluk kabul etmez' fehvâsınca / anlayışınca başka güçler, özellikle denizcilikte ilerlemiş olan Portekiz, İngiltere ve Hollanda, dünyanın kendilerine en uzakta olduğu bu diyarlara uzanıp, oraları asırlarca işgalleri altına almışlardı. (Gerçi, Kanunî Süleyman zamanında, Sumatra adasındaki Müslümanların Açe Sultanlığı, emperyalist güçlerin işgal hareketlerine karşı direnmeye çalışırken, Osmanlı'dan da yardım talep etmişler ve Osmanlı da Seydi Ali Reis kaptanlığında, 20 kadar savaş gemisini yola çıkarmış, ama, bu donanma, aylarca süren maceralı yolculuk ve Portekizlilerle girişilen deniz savaşları sonunda Hind diyarlarından geri dönmek zorunda kalmıştı. Akîm kalan o deniz seferi'nin, yine de tamamen başarısız ve faydasız olduğu söylenemez. Çünkü, Seydi Ali Reis dönüşünde; gördüğü diyarları ve toplumları kaleme aldığı, 'Mir'ât-ul'Memâlik / Memleketler Aynası' ve 'Mir'ât-ul Kainât /Kâinat Aynası' gibi eserlerinde anlatmış ve Osmanlı müslüman toplumuna o döneme göre büyük bir zenginlik ve ufuk genişliği kazandırmıştır.)

Hollanda emperyalizmi, 350 yılı aşkın bir süredir o topraklara hükmederken, Müslümanlara Hacc ibadetini yasaklamış, halkı din değiştirmeye zorlamış ve bu baskılar, Müslüman halkın ruhlarında istiklâl aşkını filizlendirmişti.

İkinci Dünya Savaşı'nda 1942'de bütün Güneydoğu Asy, Japonların eline geçerken, Endonezya da aynı âkıbeti paylaşmıştı. Ama, Japonya'nın da, 6 ve 8 Ağustos 1945 günlerinde, Hiroşima ve Nagazaki'ye atılan ve beşer tarihinin ilk Atom Bombaları'ndan sonra teslim olunca, 'Müttefikler', Endonezya'yı Hollanda'ya iade etmişti.

İşte o sırada Ahmed Sukarno ve Muhammed Hatta gibi öncü şahsiyetlerin yükselttikleri bağımsızlık bayrağı etrafında toplanan Endonezya Müslümanları, işgalci güçlere karşı silâhlı mücadeleler de vermiş ve sonunda, Hollanda ile Lahey'de imzalanan bir andlaşmayla, Endonezya, 2 Aralık 1949'da istiklaline kavuşmuştu.

Sumatra ve Cava gibi birkaç büyük ada ve 3 bin kadarı büyükçe olmak üzere, 17 bin küsur adadan oluşan bir ülke Endonezya.. Malay diliyle aynı kökten gelen ve resmî dil Bahasa dili ve de 250'ye yakın mahallî diller.. Yönetilmesi çetin bir ülke olduğu açıktır.

Ama, 'Beş temel' mânâsına gelen farsça 'Penc asıl'/ın Malay diline 'Pançasila' şekline geçtiği söylenir. Bu 'Pançasıla', bir resmî ideoloji formülüdür:

Bu beş asıl, Allah inancına dayalı bir özgürlük, çeşitlilik içinde bir Endonezya birliğini esas almak, bütün insanlığa temelde aynı gözle bakmak, sosyal adalet ve halk iradesine dayalı bir yönetim.. Bu bütünlük ideali, Endonezya'nın birliğinde , "Bhinneka tingal ika -Çeşitlilik içinde birlik" formülünde ifadesini bulur.

Türkiye, Endonezya Müslümanlarının o istiklâl mücadelesiyle de, yazık ki, hiç ilgilenmemişti. Tıpkı o sıralarda Filistin'in Siyonist Yahudiler tarafından gasb ve işgal edilmesine ve daha sonra, 1954-1962 arasında da Fransız emperyalizmine karşı qıyâm eden ve yüzbinlerce kurban veren Müslüman Cezayir halkına karşı da seyirci kalışı ve hattâ Fransa'nın yanında yer alışı gibi..

Ahmed Sukarno, 1959 yılında Türkiye'yi ziyaret etmişti. Lise ve dengi okullardan yüzlerce öğrenciyle, onun Anıt-Kabr'i ziyaretinde hazır bulundurulmuştuk.

Ahmed Sukarno'nun, başında kalpağıyla gidip kabrin başında elleri açarak Fatiha okuması ve dua etmesi, laikliğe aykırı görülmüş ve oradaki öğretmenlerimizi komik bir şey yapmış gibi güldürmekle kalmamış, matbuatta da, o dua etme durumunun ilkel bir davranış olduğuna dair yazılar bile yazılmıştı.

Bizi ilgilendirmesi ve düşündürmesi gereken bir diğer nokta ise; istiklâllerini elde edinceye kadar, Müslüman halk, asırlarca, kendi dillerini Arab alfabesine göre yazmışken; bağımsızlığın kazanılmasından sonra, Latin alfabesine geçilmek istenmesi üzerine, çıkan tartışmalardır.

Bir uluslararası kongrede, Endonezya'nın eski Eğitim Bakanlarından (merhûm) Prof. Abdulmâlik Hamka ile sohbet ederken, 'Alfabeyi niçin değiştirdiklerini sorduğumda, Sukarno ve arkadaşları, 'Siz Türkiye Müslümanlarından daha mı fazla Müslümansınız? Onlar Arab alfabesini terk ettiler ve Latin alfabesini kabul ettiler, niye karşı çıkıyorsunuz?' dediklerinde kitleler, Türklere olan saygılarından dolayı susmuştu!' diye karşılık vermişti!!!

Evet, sosyal hareketler virüs salgını gibidir, başka toplumları da bir şekilde etkiler.