Selahaddin E. ÇAKIRGİL
Selahaddin E. ÇAKIRGİL
Tüm Yazıları

Balık hâfızâlı bir toplum olmaya koşar adım mı?

Geçen gün Eyub Sultan- Bahariye Mevlevîhanesi’nde (Eyub Sultan Devlet Hastanesi’nin karşısında), Özbekistan İslam san’atları üzerine düzenlenen bir sergiyi gezdim. (Henüz de devam ediyor..)   

Özbekistan yaklaşık 34 milyonluk bir ülke.. Sovyetler Birliği’nin 1990’da dağılmasından sonra, Sovyet döneminde uzuuun yıllar Özbekistan Komunist Partisi Genel Sekreteri olan İslâm Kerimov, bu kez de ‘Bağımsızlık ve Özgürlük Lideri’ olarak yine Özbekistan’ın başında, otoriter bir isim olarak 25 yıl daha kaldı ve 3 sene önce ölünce yerine Başbakan Şevket Mîrziyâyev geçti. 

Her ne kadar Mirziyâyev’in yönetimi bürokratik oligarşinin zencirlerini kıramadıysa da, yine de kısmen hayırlı bir takım çalışmalar yapılabiliyor imiş.. Meselâ, 200 yılı aşkın bir Rusya esareti altında geçen Özbekistan’da geçmiş asırlara aid İslâmî eserler, en azından şeklen ihya ediliyor ve yeni nesillere, ‘Biz işte böyle asîl bir ecdâdın torunlarıyız; ve onların görkemli mescidleri, medreselerine, ve rasadhaneleriyle meşhurUluğ Bey gibi bilginlere, Ali Şir Nevaî gibi büyük şair ve büyük fikir adamlarına sahibiz..’ diye kendi öz şahsiyetlerine döndürmeyi hedefleyen eğitimler verilebiliyormuş..   

Özbekistan-Türkiye ilişkilerinin geliştirilmesiyle yeni mesafeler alınabilir. Dil bakımından türkçenin çagatayca lehçesiyle konuşan özbek halkıyla Anadolu halkının anlaşması o kadar zor olmasa gerek. Esasen asıl mesele, ağızdaki dilden ziyade, kalb diliyle, gönül diliyle aynı noktada buluşabilmektir. 

***

Özbekistan san’atını yansıtan sergiyi hayranlıkla dolaşırken, zihnim asırlarca müslüman kültür ve medeniyetinin zirvesinde yaşamış olan Semerqand’lara, Buhara’lara gitti. Ama, o muhteşem medrese ve mescidlerin çinîlerine gömülmüş olan nefîs kitabeleri ve hat san’atının şaheserlerini; tıpkı ülkemizdeki hemen her tarihî eserin cephesinde kazınmış olan kitabeler gibi okuyamıyoruz bile.. 

***

Hatırlayalım ki, Rusya’da da, 1917’de bolşevik/komunist devrimi gerçekleştirildikten sonra, her şey komunist ideolojisine göre yeniden şekillendirilirken, asırların kiril alfabesine dokunulmamıştı. Mao da Çin’de komunist devrimi tekrarladığında asırlık Çin alfabesine dokunmadı. Kezâ, hindliler ve japonlar da yüzlerce harften oluşan alfabelerini değiştirmediler. 

Aynı şekilde yanıbaşımızdaki yunanlılar, gürcüler, ermeniler ve yahudiler de kendilerini tarihe ve kültür ve inanç değerlerine bağlayan alfabelerini ihya ettiler. Biz ise, sosyo-kültürel ve tarihî hâfızâmızın  yok edilmesi için ‘elektro-şok seansı’ mesâbesindeki ağır baskılardan geçirildik, kültürel genetiğimizle, DNA’mızla oynandı. 

Bazıları bunun farkında bile değil.. Dârağaçlarıyla, zindanlarla dayatılan uygulamaları unuttular. Ve aynı ideolojinin taktik değiştirmesindeki oyunu görmezlikten geliyorlar.. 

Kurtulduğu oltadaki yem için aynı oltaya yeniden takılan balık hâfızâsı gibi bir durum.. 

***

NOT: 1- Bir gazetenin yazarı, seçimleri asıl kaybedenin kim olduğu üzerinde hayalince bir ideolojik gezinti yapmış, İslamî fikir ve siyaset hayatında hiç etkisi olmayan münasebetsiz kimseleri de listesine katsa bile, dünya çapında müslüman kimliğiyle kimler varsa, son İstanbul seçimiyle bütün onların kaybettiğini sıralamış.. O iddia üzerinde durmaya bile gerek yok elbette.. 

2- Bir CHP m.vekili, bir tv. proğramında, ‘Başörtülü bir hâkimin kabul edilemiyeceği, dünyada bunun örneğinin olmadığı’ gibi iddialarda bulunmuş.. 20 yıl öncelerde yazıp çizdikleri bibi.. Onlara göre, ‘örtülü bir hanım yargıç, örtülü olmayan bir hanımın hakkını nasıl korur?’

Ama, onlar bu sakat mantıklarının tersini bir asırdır dayattıklarını hatırlamıyorlar bile.. Yavaş yavaş aynı hastalıkları nüksediyor.. 

Umulur ki, bin nasihatin tesir etmediği bazıları bu bir-iki örnekten gereken dersi çıkarıp uyanırlar.