Balyoz davasý epey aðýr bir kararla sonuçlandý. Tam 325 subay, yirmi ila on üç yýl arasýnda deðiþen hapis cezalarý aldý.
Peki bu karara “ne güzel, demokrasi saðlamlaþtý, darbeler devri bitti” diye sevinmek mi lazým? Yoksa “adalet siyasete feda edildi” diye üzülmek mi?
Kesin bir cevap vermeden önce, mahkemenin gerekçeli kararýný görmek gerek. Ve dahasý iyi bir hukuk bilgisine sahip olmak.
Her ikisinden de yoksun olduðum için, sadece bazý kanaatleri paylaþacaðým bu yazýda.
Evvela da davanýn meþruiyetini savunmakla baþlayacaðým. Evet, dava meþrudur, çünkü Mart 2003’te yapýlan söz konusu “seminer”in, dönemin Genelkurmay Baþkaný Hilmi Özkök’ün nazik ifadesiyle “amacýný aþtýðý”, “siyasi kiþiler ve siyasi olaylar gerçekmiþ gibi” düzenlendiði ortadadýr.
Yýldýray Oður’un dünkü Taraf’ta yayýnlanan “Dinle, Balyoz konuþuyor” baþlýklý yazýsý, bu noktada epey önemlidir. Çünkü Oður, doðruluðu sanýklarca da reddedilmeyen ses kayýtlarýndan alýntýlar yaparak göstermektedir, söz konusu seminerde bir “darbe” havasý olduðunu.
Mesela dönemin 5. Kolordu Komutaný Korgeneral Þükrü Sarýýþýk’ýn þu sözleri epey aydýnlatýcýdýr:
“Ýstanbul’da yaklaþýk 200-210 bin, Ýzmit’te 21 bin, Adapazarý’nda 12 bin olmak üzere toplam 240-250 bin kiþinin irticai ve bölücü unsurlara destek verebileceði deðerlendirilmektedir... Olaylara Ýsrail örneðinde olduðu gibi kesin süratli ve sert tedbirler alýnmadýðý takdirde bilhassa irticai olaylarýn ülke geneline yayýlma ihtimali mevcuttur. Kurtuluþ savaþýndan sonra olduðu gibi gerekli tedbirler alýnmalý ve irtica sempatizanlarý da asimile edilmelidir .”
Trajik olan þu ki, bu gibi sözleri duyduklarýnda “aferin kahraman askerlerimize, tabii ki binecekler irticanýn tepesine” diye düþünen geniþ bir kitle var Türkiye’de. Ben diyeyim yüzde 10, siz deyin yüzde 15’lik bir kesim.
Bugünlerde bu kesimden gelen sert tepkilerin, yahut “emperyalizm Türk ordusunu tasfiye ediyor” gibi komplo teorilerinin ise bence hiçbir kýymet-i harbiyesi yok.
Devr-i sâbýk yaratmamak
Ancak madalyonun bir de öbür yüzü var.
Mesela, seminerin ses kayýtlarý dýþýnda kalan “dokümanlarýn” bir kýsmýnýn sahte olduðuna, tabloyu olduðundan daha vahim göstermek için sonradan üretildiðine dair iddialar, bence yabana atýlamaz niteliktedir. Ortaya konan çeliþkilerin, söz konusu delilleri en azýndan “þüpheli” hale getirmesi ve evrensel hukuk ilkesi uyarýnca da “þüpheden sanýklarýn yararlanmasý” gerekir. Ancak mahkemenin öyle düþünmediði anlaþýlýyor.
Öte yandan, mahkeme tarafýndan verilen “darbeye eksik teþebbüs” hükmü dahi bence sorgulanabilir. Çünkü ortadaki tablo, eksik de olsa bir “teþebbüs” müdür, yoksa daha mütevazi bir “brainstorming” (beyin fýrtýnasý) mýdýr, tartýþmaya açýktýr. (Ýkincisinin hukuki bir terim olmadýðýnýn farkýndayým.)
En önemlisi de, komutanlar bir yana, “emir kulu” durumundaki diðer askerlerin de bu kadar büyük bir kýsmýnýn mahkum olmasý, benim vicdanýma oturmamaktadýr.
Bazý yazarlar bu noktada “Nüremberg Mahkemesi” örneði vermiþler. “Emir kulu” olmanýn Naziler’i kurtarmadýðýný hatýrlatmýþlar.
Ama Naziler, “soykýrým” gibi hiçbir tevil götürmeyecek bir suç iþlemiþlerdi.
Balyoz’un özünü oluþturan “irtica ile mücadele” ise, evet, hiçbir demokraside kabul edilemez bir kavramdýr. Ancak Eski Türkiye’nin çarpýk paradigmasý içinde olaðan bir kavramdý.
Þimdi, Yeni Türkiye’de, o eski paradigma içinde kendisine görev verilen her asker hapse mi gitmeli?
Ben bu soruya “hayýr” diyorum. Çünkü hem hukuken öyle gerektiðini düþünüyor, hem de siyaseten (merhum Menderes’in 1950’de dediði gibi) “devr-i sâbýk yaratmamak” gerektiðine inanýyorum.
Bakalým Yargýtay ne diyecek...