Barış artık bir hayal değil!

Diyarbakır... Taş evlerin, fıskiyeli avluların, daracık sokakların, hanların, kiliselerin, camilerin, kervansarayların, surların şehri.  Uğruna türküler yakılmış şehr-i kadim...

Ama bu şehir otuz yıldır, terk edilmişliğin, unutulmuşluğun, yok sayılmışlığın, umutsuzluğun, işkencenin, taziye evlerinin, gözyaşının, acılı babaların, yaslı anaların ve yarına dair umutlarını kaybetmiş, devletine küsmüş, öfkeli gençlerin şehriydi.

Cumartesi günü bu şehirde bir şeyler oldu.

Yaşlısıyla, genciyle, insanlar şehrin meydanında ‘analar ağlamasın artık’ diyen ‘adamı’ dinlemeye geldiler.

Şehrin meydanından ‘ser çava’ sesleri yükseldi.

On binlerce kalabalığın ortasında, oğulları tarafından sandalyesiyle birlikte getirilmiş ‘yaşım yetmişin üzerinde ama kaç olduğumu bilmiyorum’ diyen Erganili ihtiyar bir kadın vardı...

Yanağından süzülen gözyaşlarıyla ‘Oğul bizi bırakma, bize getirdiğin barışı geri götürme’ diye sesleniyordu...

‘Bizim dualarımız seni koruyacak oğul, sakın vazgeçme bizden’ diyordu  adının Fatma olduğunu öğrendiğim o ihtiyar kadın...

Başbakan Erdoğan ‘Dağdakiler inecek, cezaevleri boşalacak’ dediğinde beni kendine çekti ‘Bu adam bunu da yapar değil mi kızım?’ diye sordu... Bir oğlunu dağda kaybetmiş. İki oğlu yanında... Bir oğlu da KCK’dan içeride yatıyor. ‘Suçsuz benim oğlum’ diyor başka bir şey demiyor Fatma teyze...

Oğullarıyla konuştum ‘Çok yaşlı ve mecali yok, bu kalabalığa niye getirdiniz?’ diye sorduğumda, annelerinin ‘Başbakan’a ulaşma umuduyla geldi, durduramadık evde. Görüşemezsem de oraya gidelim, gidelim ki biz de ona sahip çıkalım. Başka türlü nasıl gösteririz memnuniyetimizi’ dediğini anlattı.

Keşke ulaşabilseydi. Meramını anlatabilseydi.

On sekiz yaşında bir gençle tanıştım o gün... Cebinden Kürtçe, Şivan Perwer’in şarkılarının yazılı olduğu bir kâğıt çıkardı Şivan Perwer’le fotoğraf çektirmeyi umut ediyordu.

Erdoğan ‘Dostum Ahmet Kaya’da bugünleri görseydi, o da aramızda olsaydı’ derken o genç avazı çıktığı kadar ‘Bu ülkenin başına senden başkası haramdır haa’ diye bağırıyordu.

Yanı başımda adının Halit olduğunu öğrendiğim altmış yaşlarındaki bir amca ‘Şivan buradan gittiğinde gencecikti. Biz aynı köylüyüz. Tören bitince ona ulaşmaya çalışacağım’ diyor. Şivan’a bir de hediye getirmiş. ‘Siz ne düşünüyorsunuz Şivan’ın Başbakan Erdoğan’ın davetiyle gelmesine?’ ‘Başbakan Erdoğan ne yaptı? Bir büyüğü gibi elinden tuttu ve kendi topraklarına, bize getirdi onu, ailesine, baba ocağına... Sonuçta Diyarbakır’a getirdi. Belki başka türlü gelseydi, tatsız sonuçlarla karşılaşabilirdi.’

Bir de Selma teyze vardı, elinde Başbakan’a vermek üzere bir de mektubu vardı.

Oğlum suçsuz, bizlerin umudu sensin, bu kavgayı senin bitirebileceğini biz gördük, on bir aydır evlerimizden cenaze çıkmıyor, yazılı mektubunu okudum. Hatta istedim. Ama vermedi ‘Başbakan’a vereceğim. Heyecandan konuşamam ama yazdım tüm meramımı’ diyordu.

***

Yıllarca ‘olağanüstü idarelerle’ yönetilen bölgeden kişisel hikâyeler yazıyorum. Çünkü bu yaşanmışlıkları anlatmak aynı zamanda, Kürt sorunun siyaseti de aşan ‘insan’ yanını görmemiz açısından önemli olduğuna inanıyorum.

Annelerin gözlerindeki yaşların acıların sessiz çığlığı olduğuna ve sessiz sözleri olduğunu düşünüyorum.

Ve pazartesi günü STAR Gazetesi’nin birinci sayfadan verdiği, Başbakan Erdoğan’ın yoluna çıkarak ‘Barış getir bize’ diyen Bismilli o gencin fotoğrafını...

Başbakan Erdoğan’ın ‘ben niye geldim’ sözünü duymayıp ısrarla ‘bize barış getir, ben ölmek istemiyorum’ diyen o gencin gözyaşlarının arkasındaki Eyüp Can’ın dün yazdığı gibi tek bir gerçek yatıyor. O da şu: Bazılarının ideolojik körlükle bir türlü anlayamadığı Kürt gerçeği.

Bazen bir damla gözyaşı... Bazen tek bir kare fotoğraf; en karmaşık sorunları anlatmak için binlerce kelimeye bedeldir.

O duyguya ulaşmadan bu meseleyi çözemezsiniz.  O gün Diyarbakır’da şehrin meydanında toplanan mahşeri kalabalık, Başbakan Erdoğan’ın olağanüstü cesur liderliğini, vizyonunu ve müthiş girişimini hayranlıkla selamlamak ve teşekkür etmek için o meydandaydı.

Savaşla, çatışmayla değil, Başbakan Erdoğan bir kez daha, barış gelmeyen topraklara, barışı getirerek ve anaların umudu olmaya devam ederek liderliğini taçlandırdı.

O gün Diyarbakır’da o şehirde yaşanan tam olarak buydu.