Geçen hafta enteresan bir tablo gördük Türkiye’de.
Bir buçuk yýldýr kendi halkýný iþkenceden geçiren, boðazlayan ve bombalayan Baas rejiminin bir top mermisi, Akçakale’ye düþüp beþ masumu öldürdü. Kurbanlarýn biri kadýn, üçü çocuktu.
Hükümet, bardaðý iyice taþýran bu saldýrýya karþý meþru misilleme hakkýný kullandý. Meclis de Baas rejimine gözdaðý vermek için “tezkere” geçirdi.
Peki bunun üzerine muhalefet (MHP hariç) ne yaptý?
Ne yapacak, gayrýmeþru Baas rejimini deðil, ona karþý duran meþru Türkiye hükümetini tel’in etti!
CHP’lisinden ulusalcýsýna, Beyaz Türk’ünden komünistine, buluþtular Taksim’de yahut Twitter’da, “Savaþa hayýr” diye tempo tuttular. Bizim hükümeti “taþeron” diye kýnarken, Baas rejimine karþý duran dünyayý da “emperyalist” diye yuhaladýlar.
Öfkelerinin odaðýnda herkes vardý; bir tek Beþar Esad ve onun kiralýk katilleri yoktu.
Ve iþte bu iki yüzlülük nedeniyle de dillerindeki “barýþ”ýn ahlâkýndan biraz þüphelenmek gerekiyordu.
Bosna’yý hatýrlayýn
Evet, barýþ kuþkusuz çok iyi bir þeydir, ama “barýþ istiyoruz” diye ortaya çýkan herkes her zaman ahlâklý davranmýþ olmaz.
Bunu en iyi 90’lý yýllarda ve Bosna’da görmüþtük. Bugünün Esad destekçilerinin bazýlarý o zaman da Miloseviç yanlýsýydý. Bu yüzden de NATO (çok geç kalarak da olsa) Sýrp mevzilerini bombaladýðýnda, “Savaþa hayýr” diye ortaya çýkýp yýrtýndýlar. Çiðnedikleri anti-emperyalizm sakýzýyla Sýrp vahþetini aklamaya kalktýlar.
Ayný “barýþ” çýðýrtkanlarý, Bosna-Hersek’e silah ambargosu da uygulattýlar. Bu “barýþçý” siyasetin tek pratik sonucu ise mazlum Boþnaklarý tepeden týrnaða silahlý Sýrplar karþýsýnda savunmasýz býrakmak oldu.
Ýþte, bugün, “Suriye muhalefetine silah verilmesin, Türkiye buna engel olsun” diyerek “barýþ” çýðýrtkanlýðý yapanlar da ayný þeyi yapýyor: Esad’ýn “þebiha” denen köpeklerini serbest býrakýp, muhalefetin elindeki taþlarý toplamaya çaðýrýyorlar bizi.
Suriye’nin “iç iþlerine karýþmamayý”, bu ülkeyi “dýþ müdahaleden korumayý” bir numaralý dert edinen “anti-emperyalist” demagoglar da, bilerek ya da bilmeyerek, Esad rejiminin yanýnda saf tutuyorlar.
“Suriye’de yabancý savaþçýlar, cihatçýlar var ama” diye homurdanan solculardan ise çifte standart akýyor. Çünkü, sorsanýz kendilerine, dünyanýn dört bir yanýndan çýkýp gelen yoldaþlarýnýn Ýspanya Ýç Savaþý’nda faþizme karþý nasýl çarpýþtýðýný övüne övüne, ballandýra ballandýra anlatýrlar. Ama “yabancý savaþçý”nýn komünist olaný peþinen kahraman iken, Ýslamcý olaný niçin illa “terörist”tir, anlatamazlar.
En yüksek deðer
Meselenin özü þu: Türkiye’de kimsenin “Suriye’yi iþgal edelim” dediði yok. Hükümetin de böyle bir niyeti yok. Ama gerek Türkiye’nin gerekse Batý’nýn ve Arap âleminin Baas rejimini köþeye sýkýþtýrarak Suriye’deki masum canlarý kurtarma sorumluluðu var.
Sorun þu ki, Türkiye’deki bazý kesimler için, en yüksek siyasi deðer “masumlarýn caný” deðil.
Örneðin bazý Kemalistler için en yüksek siyasi deðer “ilerici rejim”lerin bekâsý. “Þeriatçý” muhalefete karþý “laik” Baas’ý tutuyorlar bu yüzden.
Kafayý “emperyalizm” öcüsüyle bozan ulusalcýlarýn tek derdi ise “ulusal egemenlik.” Yeter ki kimsenin “iç iþlerine” karýþýlmasýn; isterse her yer Dersim, her gün katliam olsun.
Bazýlarýnýn tek meselesi ise güneyimizde bir “Kürt oluþumu” doðmamasý. Ýsterse bunun için yeni Halepçeler yaþansýn.
Genel kamuoyunda ise “bize ne Araplarýn derdinden” diyen çok var.
Hükümet, Allah’tan, böyle demedi ve demiyor. Ýlk günden beridir Suriye halkýnýn derdiyle dertleniyor. Ahlâki olaný yapýp tarihin doðru yanýnda duruyor.
O nedenle de bu konuda (Uludere’de, “dersaneler”de veya medya özgürlüðünde deðil, ama bu konuda) hükümete desteðim tam.