‘Barış elçisi’ydi, Seyda Mustafa Baskın’ın öğretisi

Barışmak, Allah’ın ziyadesiyle razı olduğu, yüksek bir fazilettir...” dedikten sonra, nurani yüzünü kaplayan tertemiz gülümsemesiyle başını sallıyor Seyda Mustafa Baskın Hocaefendi; “Şimdi, siz gençler, barışmayı, bir elmayı ortadan ikiye kesmek gibi anlıyorsunuz lakin yarısı sana, yarısı banayla olmaz barışın hakikati. Sizin dininiz olan İslam, silm’dir yani barıştır ismi. Hz. Resulullah’ın(s) hayatı da barış ahlakıdır. Rahmetellil alemindir o. Barışma, hesaplaşmadan ibaret olamaz, gönlün razı gelmesi, kanaat etmesi, ikna ve sabır gerektir. Evet kolay değildir bu. Bu yüzden tarafları bir araya çağıracak kişinin/kişilerin kimler olduğu önemlidir. Toplumun itimat ettiği, dürüst, emin ve Allah Peygamber yolunda temiz sözlüler keser kavgayı Allah’ın izniyle. Barışmak çok üstün bir fazilettir, sadece dünyası değil, ahretteki makamı da ilerler barışanın. Barışta fıkıh önemlidir, lakin dirayetin, hakkı gözetmenin yanında gönül rızasını da dikkate almak gerektir. Şimdi adamın evladı ölmüş, sen ona dünyaları bağışlasan evladının yerini tutmaz bellidir bu. Sırf fidyeyle tazmin edilecek bir hal değildir. Gönül yapmak ve elden geldiğince rızalığı sağlamak gerektir. Aranızda hakka, adalete, selamete ve necata çağıracak temiz kişiler olsun. Barış, insanın çabası kadar Allah’ın yardımıyladır bunu unutmayın. Kalple uğraşıyorsunuz, vicdanla, insanla. Barışa çabalamak değerli ve zordur, lakin Allah katında da kul nazarında da büyük iştir barışmak...”

Evvelki gün hakka yürüdü! Hem Seyyid hem de Şerif’ti. Soyu Medine’den Ahmet el Bedevi’ye dayanır, Siirt Halenzi doğumluydu. Altı yaşlarındayken ailesiyle Muş’a hicret etmişler, küçük yaşta yetim kalmasına rağmen medrese tahsili sürmüş, Muş/Bitlis/Van/Siirt havalisinde 200 civarında kan davasını barışla neticelendirmiş bir şahsiyetti. “Barış Elçisi”ydi lakabı...

84 yaşında, gözlüksüz, günde en az altı saatini başta Kuranı Kerim olmak üzere, hadis, fıkıh, akaid, gramer ve mantık kitaplarını okumaya ayıran bir alimdi Baskın Hocaefendi. Biz kendisini Akıl Heyet olarak Doğu’ya yaptığımız ziyaretlerimizde kanaat önderlerinden olarak tanımış, hayran kalmıştık. Değerli eşi Munibe Anne ve bizzat yetişmelerine özen gösterdiği kız evlatlarında Hz.Meryem’in rayihasını, edebini,ilmini müşahede etmiştik. Bendeniz bu barış evine ne zaman mülaki olsam, sanırdım ki cennet böyle bir yerdir. Kendisinin aziz yolunu takip eden Ahmet, Muhammed Bakir, Mahmut ve Mesut Beyler de inşallah toplumsal barışın,selamet fikhının, sabırlı taşıyıcıları olurlar...

’Seyda Baba’’ diyerek hitap ettiğim rahmetli Hocaefendi’den ileteceğim son meselelerden birisi, Seyyid ve Şeriflerin tespit edilerek Osmanlı dönemindekine benzer bir saygınlığın tesisine dairdi. Ehli Beyt’ten intikal eden kimselere değer verilmesi, bu konuda günümüzde nasıl bir çalışma yapılabileceğine dair zihin yormaktı son temennilerinden birisi.

Toplumsal barış dendiğinde bizler Nepal sürecini, İrlanda, İspanya deneyimlerini, Güney Afrika macerasını ayrıntılarıyla biliriz de kendi yaslandığımız tarihi medeni imkanları çok bilmeyiz. Mustafa Baskın Hocanın barış fıkhındaki usulü, üniversitelere tez konusu olacak mahiyettedir...      

Arapça, Kürtçe ve Farsça’yı da en az Osmanlı Türkçesi kadar fasih konuşan bu güzel insanların nazarında ‘’dil’’, ‘’gönül’’ anlamındadır. “Çok dillilik” onların yabancılığını değil aşinalığını vurgular, insana aşina, kalbe aşina... Geniş kütüphanesinde 30’ların kitap yakılan günlerinde ateşlerden kurtarılmış bir kısmı yanık kitaplarına bakardım ziyaretlerimde. Sadece tefsir, hadis, fıkıhtan değil, hikmetten, edebiyattan, tarihten yana zevki de vardı Hazretin... Bize en son nasihatlerinden birisi, birbirinizin eksiğini gediğini tecessüsle aramaktansa, birbirinizin kusurunu setredin, tecessüs size arkadaşınızın ölü etini yedirmesin, sözünüz güzel olsun’du... Hastalığında en çok çocuklar ağlamıştı ona. Allah’ın Rahmeti üzerine olsun.