Barış isteyen dilini ısırsın!

Tolstoy’un Anna Karenina adlı muhteşem romanına başlarken kurduğu o ilk cümle gibi biraz: 

Bütün mutlu aileler birbirine benzer; her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır”.

Evet elbette, İrlanda’da yaşanan çatışmayla Türkiye’de yaşanan çatışma bazı yönleriyle hiç benzemiyorlar birbirine. Ama barış yolunda ortaklaştıkları pek çok nokta var. 

Benim dikkatinizi çekmek istediğim yer de burası. İrlanda barış tecrübesinden damıttığım bazı noktalar sürecinin mevcut halinde ve ileriki aşamalarında işimize yarayabilir

Şeffaflık değil gizlilik 

Bunların ilki, Türkiye’de sık sık eleştiri konusu olarak gündeme gelen şeffaflık meselesi. İrlanda’da müzakere yürüten ve barışı bizzat inşa eden aktörler bize “Anlaşma olana dek müzakere sürecinde gizlilik şart. İlerleme ancak bu şekilde sağlanabiliyor çünkü. Ama masa genişledikçe sızıntı kaçınılmaz” diyerek açıkladılar yaşadıklarını. 

Türkiye’de Hükümet, sürecin en başında kamuoyuna güçlü bir teminat verdi ve “hedefin PKK’nın silah bırakması ve kalıcı toplumsal barışın sağlanması” olduğunu açıkladı.

Bu çerçeve, hem etnik temelli şiddetin sona ermesini hem eksik demokrasiden kaynaklanan Kürt meselesinin çözümünü içeriyor. 

Sürecin diğer aktörü Öcalan da Diyarbakır Nevruz meydanında okunan mektubunda, kendi tabanına aynı çağrıda ve teminatta bulundu. Bunun haricinde, görüşmelerin içeriğine ve gelinen aşamalara dair bilgiler aktarılıyor ara ara kamuoyuna.

Bilgi paylaşımı bahsi, toplumun sürece desteğini de, beklentisini de belirleyecek derecede önem arzettiği için çok önemli. Periyodik bilgilendirme şart. Verilen bilgi incir çekirdeğini doldurmasa dahi.

İrlanda hükümeti adına müzakere yürüten Liz O’Donnell bunu şöyle ifade etti zaten: 

“İçeride acayip tartışmalar oluyordu ama biz dışarı çıkınca ‘taraflar çok pozitif, müzakereler çok iyi gidiyor, ilerliyoruz’ diyorduk. Halkın umudunu diri tutmanız gerekiyor çünkü. Yolcuları ürkütmeden geminin yönünü değiştirmek gibi.” 

Bu olduğu müddetçe, içerden sızan buçuk bilgiyi deforme edip iki yıldır süreç yıkanların, barışın ne kadar imkânsız ve gereksiz olduğuna toplumu ikna etmek için kırk takla atanların hiçbir hükmü kalmaz.

Siyasetçinin ‘çenesi’

Süreci yürüten partiler için siyasi risk gerçekten büyük. O kadar ki, İrlanda örneği bize halkın onca desteğine rağmen müzakereleri başarıyla tamamlayıp barış anlaşmasını imzalayan partilerin bir daha seçilemediğini gösteriyor bize.  

Türkiye’de halkın sürece de, süreci yürüten partilere de desteği gerçekten yüksek. Son iki seçimin bu anlamda tek gerçeği var: Süreci yürüten iki parti AK Parti ve HDP kazandı, süreç karşıtları kaybetti.

Ama partiler için risk hep var.

Çözüm süreci bir devlet projesi olmasına, Öcalan ile devlet adına MİT görüşüyor olmasına rağmen sürecin başlatıcısı, yürütücüsü ve de nihai sorumlusu olarak bütün siyasi riski iktidar partisi yüklenmiş durumda

HDP de öteki ucunu PKK’nın oluşturduğu Kürt siyasi hareketi adına sürece dâhil.

Hem bu iki partiden siyasetçilerin, hem İmralı-Kandil-Ankara hattında kurulan mekanizmada yer alan isimlerin kamuoyu önünde neyi konuşup neyi konuşmayacaklarını iyi tayin edebilmeleri, bu sorumluluğu hakkıyla alabilmeleri ve meseleyi kişiselleştirmemeleri gerekiyor. Adaya ilk giden isimlerin sonradan mekanizma dışı kalmasının sebebi de buydu kanaatimce.

Barış gazetecisi n’apmalı? 

Medyanın birinci görevi elbette ki kamuoyunu bilgilendirmek. Ama bunu yaparken sürece zarar vermeyi göze almalı gazeteci? Daha çok satmak adına bilgi sızdırmayı ya da barıştan değil savaştan yana olanların kullandığı bir araç olmaya gönül eğmeli mi?

İrlandalılar bu konuda şunu diyor: “Biz diyalog yürütürken medyanın sürece dâhil olmasını özellikle istemedik. Diyalogların medyaya yansıması güveni sarsabilirdi. Sakındık. Medya Hayırlı Cuma imzalanınca büyük barış gününü sevdi ama sonrasını sıkıcı buldu. Medya çatışmanın bir parçası aslında”.

Müzakereci O’Donnell ise yapıcı gazeteciliği es geçmiyor: “Çatışmanın değil sürecin parçası olan gazetecilerin katkılarıysa gerçekten büyüktü. Sızıntı haberleri, haber patlatmayı değil sürecin akıbetini önemsediler ve barıştan yana tutum aldılar”.