Evvelki gün, Barış Meclisi’nin daveti üzerine toplandı Akil Heyet üyelerinden ve sivil toplum sözcülerinden oluşan bir grup. 16 Temmuz 2014 günü 6551 sayıyla Resmi Gazete’de yayımlanan ‘Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun’ çerçevesinde yapılan beyin fırtınasından önemli öneriler çıktı.
Her şeyden evvel daveti çıkaran Hakan Tahmaz ve Tatyos Bebek beyefendilerin nezaketli, mütevazi ve ağırbaşlı çağrıları umarız ki barış hakkında zihin yorup emek veren tüm sivil grup ve kişileri heyecanlandırır. Sadece heyecanlanmak da yetmiyor, 2015 seçimlerinin kapıda olması ve hemen her seçimin tüm diğer toplumsal meselelerin önüne geçen zorunlu atmosferi de, elimizi barış konusunda daha çabuk tutmamızı gerektiriyor.
Akil Heyetin yedi bölgeye çıkışının ardından çok zahmetli zorlu dönemeçler aşıldı. Gezi ve 17/25 Aralık olayları, Cumhurbaşkanlığı seçimleri, yeni kurulan kabine derken üst üste aralıksız yaşanan sert koşullar bir yandan... Ortadoğu’da giderek artan şiddet eşliğinde yaşanan çalkantılar diğer yandan... Sadece Türkiye’yi değil, tüm bölgeyi ilgilendiren bir hadisedir Çözüm Süreci...
Süreçlerin doğal tabiatı gereği, yol haritasında bir takım duraksamalar, hatta gerilemeler, karşılıklı güvensizlikler ve tedirginlikler olabilir. Ama Barış Meclisi masasında da dile getirdiğimiz gibi, birbirimize güvenden ziyade, barışa güvenmek, umudu kaybetmemek her şeyden önemli...
Yasadaki ‘terör’ vurgusu, her ne kadar güvenlikçi bir yaklaşımın izi olsa da, unutmayalım ki 82 darbe Anayasası çerçevesinde yapılan bir kanuni düzenlemeyle karşı karşıyayız. Hükümetin barış çabasını kanuni düzenlemeler aracılığıyla tahkim etme çabası ortadadır.
Barışa dair tecrübe ve birikimlerin aktarıldığı, yeni sivil önerilerin paylaşıldığı bu tip toplantıları, bir tür ‘rol kapma’ girişimi olarak görmek de mümkün. Lakin Barış Meclisi çağrıcıları bu tip istifhamları dağıtacak ölçüde ‘biz barışın tarafıyız ve mevcut yasayı önemsiyoruz ve bu çerçevede sivil örgütlere düşen çabayı konuşmak için çağırdık sizleri’ dediler. Ayrıca uzun yıllardır insan hakları konusunda çaba sarf eden kurum ve aydınların da masadaki beyanatları, farklı dünya görüşü sahibi oldukları halde ağırbaşlılıkla ne yapabilirizi konuşmaları çok anlamlıydı. Barış, sadece yasalarla ihdas edilecek bir mevzu değil, barışın doğal ve uzun ömürlü olabilmesi, ‘barış kültürü’yle gerçekleşebilecek bir hadise...
Toplantıda vurgulanan ‘barış mimarisi’ de, sürdürülebilir barışın toplumsal katılımla ilişkisini ifade ediyor aslında. Yani sadece silahlı güçlerin arasında veya siyasi partilerin kontratıyla ya da hükümetle örgüt arasında cereyan edecek bir anlaşmalar aygıtı değil barış... Hepimizi ilgilendiren hepimizin taraf olduğu ve geleceğimizi hep birlikte kuracağımız çok ilişkili bir yürüyüş, yolculuk. Bu bağlamda ‘Barış Mimari’sinin içinde, sivil toplum örgütleri, işçi emek kurumları, sermaye, bürokrasi orkestral bir harmoniyle birlikte emek sarf edecekler.
Hakan Tahmaz’ın, bu yasa çerçevesinde nasıl bir katkı sağlayabiliriz sorusu önemli... Çözüm Yasası’nın 2’nci maddesi a fıkrasında Hükümetin yürüteceği çalışma alanları sayılmış; siyasi, hukuki, sosyoekonomik, psikolojik, kültür, insan hakları, güvenlik ve silahsızlandırma şeklinde. Bu sayılan alanların hepsi aslında birer çalışma kozası görünümünde. Toplantıya katılanların genel önerisi eşliğinde, sivil topluma açık olarak kurulacak izleme gruplarının yasada sayılan çalışma alanlarında buluşabilme imkanı var. Yasadaki çalışma alanlarına kadın ve çocuk haklarıyla ilgili bir başlık da konmalıydı kanımca. Çünkü 2 ay boyunca Doğu Anadolu’da yaptığımız Akil Heyet ziyaretlerinde kadın ve çocukların yaşadığı mağduriyetler, çekilen acılar, çileler yanı sıra geleceğe dair kurulacak toplumsal barış tasavvurunun ana aktörleri de onlar. Annelerin gözyaşı dursun teklifiyle ortaya çıkan barış yolculuğunda hem Batı’dan hem Doğu’dan bu büyük acının yükünü çekmiş kadınlarla onların yetiştirdiği çocuklar, geleceğe bakıyor çünkü.