Mustafa Nihat Yükselir
Mustafa Nihat Yükselir
Tüm Yazıları

Barış

Bugün Dünya Barış Günü.

Evet, Barış Günü de barışın kendisi nerede?

Maalesef yok.

Her taraf savaşanlar, kavga edenler ile dolu.

Dünyada en çok istenip de en az yapılan şeydir barış.

Dinler barış ister, ülkeler barış ister, sivil toplum örgütleri barış ister, siyasetçiler barış ister, sanatçılar barış ister…

Ama sadece isteyeni çok, yapanı az olan bir durum.

Öyle ki insan kendi ile barışık olmayı bile meziyet sayar.

Çünkü kendi ile barışık olan bile çok azdır.

Düşünsenize barış listesi yapsak ne kadar uzun olur o liste.

En başta kendinimizi yazarak başlarız yazmaya.

Sonra ailemiz, komşumuz, karşıt siyasi görüştekiler, farklı renkten, ırktan, inançtan olanlar...
Liste uzar gider…

Uzun barış yapılması gerekenler listesi olan bireylerin oluşturduğu bir dünya.

Barışın bu kadar ihmal edildiği bir dünyada

Barışın olması mümkün mü?

Maalesef mümkün değil.

Dünya tarihi, ülkeler tarihi hep kazanılan savaşların destansı anlatımları ile süslü değil mi?

Biz bunları öğünerek bizden sonra gelen genç kuşaklara aktarmıyor muyuz?

Biz hep nesilden nesile savaşın kazananı olarak kendi zaferimizi anlatırız. Oysa her savaşta o savaşın kaybedeni olduğunu unuturuz.

Savaş destanları ile büyümüş kuşaklar barışı isteyebilir mi?

Dünyada barışın olabilmesi için barışı isteyen ülkelerin olması lazım.

Barışı isteyen ülkelerin olması için barışı isteyen bireylerin olması lazım.

Bireyin önce kendinden başlayarak herkes ile barışı sağlaması gerekir.

Savaşmanın yiğitlik, güçlü olmak olmadığını öğrenmemiz lazım.

Kazanmak için savaşmak gerekmediğini öğrenmemiz lazım.

Hakkımızı, payımızı, bize ait olanı almak için savaşmak gerekmediğini öğrenmemiz lazım.

Savaşmanın bir tür delirme hali olduğunu bilmemiz lazım.

Bu delirmenin en son örneğini hala yaşamıyor muyuz?

Binlerce çocuğun Gazze'de ölümünü seyretmedik mi?

Keskin nişancılara, anne karnındaki bebeklerin canını alsınlar diye ‘Hamile kadınların karınlarına nişan alın’ talimatı verilmedi mi?

Kendilerine dünya barışını tesis etmekle görevli sayan Avrupa ülkeleri ve ABD, bu çocukları öldüren İsrail'in bu vahşeti güvenlik için yaptığını söyleyerek savunmadılar mı?

Peki, bu yaşanılanların tamamı bir delirme hali değil de nedir?

Böylesi bir kafanın barış istemesi mümkün müdür?

Delirmiş bireylerin her gün evinde kendisine karşı, ailesine karşı, komşusuna karşı açtığı savaş, önce delirmiş toplumlar, sonra delirmiş kentler, sonra delirmiş ülkeler en sonunda da delirmiş bir dünyayı oluşturdu.

Bir an önce egomuzun kölesi olarak yaşamayı, yani delirme halini bir yana bırakmamız lazım.

Eğer Gazzeli çocuklar bir daha ölmesin istiyorsak barışın gelmesi için hemen harekete geçmemiz gerek.

İkiyüzlülük yapıp başkasından barış isterken kendimiz de savaşmaktan vazgeçmeliyiz.

Onun için hiç zaman kaybetmeden listenin en başında başlayarak barışmaya başlayalım.

Bugün Dünya Barış Günü haydi durma sende başla.

Karanlığa söveceğine, kalk bir mum yak.

Bu da tutmadı paralelciler sırada ne var?

Cumhurbaşkanlığı seçiminde çatıcı partilerle ittifak yapan paralelciler kurdukları kumpaslar, attıkları iftiralara rağmen kaybedince durmadılar.

Bu seçim hezimetinin ardından hemen yeni kumpaslar için düğmeye bastılar.
Önce görev süresi biten Sayın Gül ile Erdoğan arasında bir kriz, bir kırgınlık, bir gerginlik varmış havası estirmeye başladılar.

Görev devir teslim öncesi ipe sapa gelmez her türlü yalanı piyasaya sürdüler.
Ama kursaklarında kaldı.
Olmadı istedikleri.

Tam tersi Cumhuriyet tarihinin en şık, en güzel görev teslim töreni gerçekleşti. Gerek Sayın Gül, gerekse Sayın Erdoğan'ın konuşmaları parelelci örgüte daha yeni uğradıkları seçim hezimeti sonrası tokat gibi çarptı.

Ama yine durmadılar.

Bu sefer de seçim sonrası Başbakan’ın görevinden ayrılması ile gündeme gelen yeni hükümet kabinesi ile ilgili çalışmaya başladılar.

Kurulacak yeni hükümette bazı isimlerin Erdoğan'a tepkili oldukları için yer almayacakları yalanlarıyla ortalığı karıştırmaya çalıştılar.

Gözü kararmışlıktan mı, aptalıktan mı, bilinmez ama öyle isimleri dillerine doladılar ki olacak gibi değildi. Arınç ve Babacan'ın kabinede yer almayacaklarını söylediler.

Tabii ki yalanları ellerinde kaldı, istedikleri olmadı.

Bu arkadaşlar o kadar çığırından çıkmışlar ki attıkları iftiranın tutulur bir yanı olmadığını da göremiyorlar.
Gerek Gül, gerek ise Arınç ve Babacan yeni Türkiye'nin kurulmasında Tayyip Erdoğan ile birlikte en önemli mimarları oldular.

Bu isimler hiç kendi inşa ettikleri yeni Türkiye'yi paralel kumpaslara teslim ederler mi?
Kaybettikleri seçimin hezimeti paralelcilere böyle saçmalıklar da yaptırdı.

Ama yine kumpasları ellerinde kaldı, yine kaybettiler.

CHP ile iş tutan paralel örgüt de CHP’ye benzedi.
Onlar da kaybetmeye alıştılar.

Parelelciler de CHP gibi hep kaybediyor ama bir türlü durmayı bilmiyorlar.

Kaybettiklerinde kaybetmemiş gibi davranmaya da başladılar.

Kurduklar kumpaslar, attıkları iftiralar tutmayınca birlikte iş tuttukları çatıcılarla koro halinde karşının zaferini gölgeleme çabasına girerek sanki zafer kazanmışlar gibi davranıyorlar.

Bu patolojik durum onların bıkıp usanmadan yalanlara, iftiralara devam etmesine neden oluyor.
Bakalım sırada hangi kumpas ve yalanları olacak?