Doç. Dr. Ayşe Betül Çelik: Barışa giden yola girildi

Çelik: Hükümet ile HDP heyetinin ortak açıklaması ‘ipler koptu, kopacak’ denilen bir zamanda geldi. Bu mühim açıklama, silahlara veda çağrısından çok, müzakerelerin başlamasının ilanı ve barışa giden yolda ortak irade beyanı olarak görülmeli. 

28 Şubat 2015 günü Hükümet üyeleri ile HDP Heyetinin ortaklaşa yaptığı irade beyanıyla çözüm sürecinin müzakere aşamasına geldiği ve müzakere edilecek başlıklar resmen açıklanmış oldu. Peki müzakereler nasıl olacak, nasıl olmalı?

Sabancı Üniversitesi’nde siyaset bilimi ve uyuşmazlık çözümü alanlarında dersler veren Doç. Dr. Ayşe Betül Çelik ile konuştuk. Siyaset Bilimi doktorasını Binghamton Üniversitesi’nden alan, doktora tezini İstanbul’daki hemşehri ve Kürt dernekleri üzerine yazan Çelik’in çalışma alanları Kürt meselesi, zorunlu göç, sivil toplum ve barış inşȃası, toplumsal mutabakat, toplumsal cinsiyet ve kültürel uyuşmazlık çözümü yöntemleri.

Çelik’in akademik çalışmaları birçok uluslar arası dergide ve derlemede basıldı. Çatışma Çözümü ve Barış (İletişim Yayınları) adlı ortak çalışmaya “Kürt Meselesini Dönüştürmede Toplumsal Mutabakat İhtiyacı: Neden, Nasıl, Kimle?” bölümünü o yazdı. Ayrıca “Zorunlu Göçle Yüzleşmek: Türkiye’de Yerinden Edilme Sonrası Vatandaşlığın Yeniden İnşaası” çalışmalarının yazarlarından olan Çelik halen Barış Meclisi’ne de danışmanlık yapmakta.

28 Şubat 2015 günü Hükümet üyeleri ile HDP heyetinin ortak basın toplantısıyla açıkladığı silahlara veda çağrısını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu açıklama iplerin koptu kopacağı denen bir zamanda geldi. Tarafların ilk defa beraber basın karşısına çıkması önemli. Ama ben bunu daha çok bir çağrı olarak değil, müzakerelerin başlangıcı ve barışa gidecek uzun bir yolda bir irade beyanı olarak görüyorum. 2009’dan bu yana teklemelerden sonra yola devam ediyoruz demenin bir ifadesi. Şimdilik üzerine anlaşılmış tek konu bu. Aslında şu anda bir silah bırakma durumu yok. Deniyor ki biz konuşulacak konuları belirledik. Bunlarda anlaşır ya da bir yol katedersek silahları bırakma noktasına gelebiliriz.

HER SİYASETÇİ ELİNİ GÜÇLENDİRMEK İSTER

Seçim öncesi döneme denk gelmesi, irade beyanını zayıflatır mı? 

Seçimlere yaklaştığımız bir ortamda siyasi aktörlerin oy arttırma kaygılarıyla yapılmış bir hamle olarak da bakılabilir elbet bu beyana. Çünkü sonuçta her siyasi aktör müzakere masasına elde etmek istediğinin en çoğunu almak için oturur. Fakat masadaki gücü aynı zamanda başka yerlerdeki gücüyle bağlantılı olarak artar veya azalır. Seçim de bu güç dengelerini değiştirebilecek ve müzakere masasının durumunu yeniden düşündürebilecek kuvvetli bir arka plan. Dolayısıyla bir yanıyla bu tarihi iradeyi yeni bir dönüm noktası olarak hayırlı görebiliriz. Ama bir yanıyla da bu yolda müzakereleri etkileyecek çok önemli başka bir planın olduğunu görerek bundan sonrası için temkinli yaklaşabiliriz.

BARIŞA GİDEN YOLUN BAŞINDAYIZ

2013 Newroz mektubunda da benzer bir çağrı olduğundan hareketle, yapılan irade beyanı çözüm sürecinde bir tekrardır diyen de var, hayır ilk kez barışa bu kadar yakınız diyen de. Size durum nasıl görünüyor?

Barış süreçleri doğaları gereği inişli çıkışlıdır. Bu da bundan sonraki adımlar da birbirlerini hatırlatabilir. Bu sürece bunu bilerek çıkmak toplumsal beklentileri de biraz dengeler bence. Tekrardır demeyi çok da doğru bulmuyorum, bence süreç içindeki tekrarlar kötü dönem sonrasında çıkış noktaları olarak görülebilir. Ama barışa bu kadar yakınız da doğru bir yaklaşım değil kesinlikle. Bence daha yolun çok başındayız. Dünya örnekleri gösteriyor ki tarafların konuşmaya başlamasıyla silahlara tamamen veda etmeleri ortalama 10 yıl kadar sürüyor. Hatta çatışmaya neden olmuş faktörlerin ortadan kaldırılması -ki bence barış aslında böyle bir ortamdır, bunun üzerine bir 10 yıl daha alıyor. Ne yazık ki bazen bu süreçler bu noktalara gelmeden tekrar şiddete geri dönüyor. Bundan sonrası için tarafların güven arttırıcı adım atmaları önemli. Hükümetin hasta tutukluları bırakması bu açıdan önemli bir adım olabilir.

ORTAK BEYAN OLMASI ÖNEMLİ

Çağrının ortak bir toplantıda ve başbakanlık binasında yapılması dahil içerdiği sembolizme önem atfedilmeli mi?

Birlikte yapılan bir beyan olması önemli çünkü bu bir ilk. Ama şunu da belirtmek lazım ki bu beyanın ardından gelen tartışmalar bu beyanı ne yazık ki gölgeledi. Üzerine anlaşılmış bir metinden sonra tarafların kalkıp yok metin Öcalan’ın metniydi, yok yüzde 60’ı değişti gibi tartışmalara girmesi bende bir ileri, iki geri hissi uyandırıyor. Eğer ortada sonra içi doldurulmak üzere uzlaşılmış maddeler varsa, geri planında nasıl bir tartışma yaşandı konusunun o noktada bir anlamı yok. Tam tersi süreci zedeler. Başbakanlık binasının çatışma çözümü açısından çok sembolik bir önemi yok. Sonuçta bu süreçte taraflardan birinin hükümet olduğu, beyanı okuyan diğerlerinin de yasal aktörler ve milletvekilleri olduğu düşünüldüğünde sembolik bir anlam bulamıyorum. Çatışma çözümünde sembolik yerler daha çok tarafları birleştirici, geçmişte yaşanan aynı acı ya da mutluluklara, değerlere atıfta bulunan yerlerdir.

MÜZAKERE TASLAĞI NE İÇERİYOR?

İçeriğe gelirsek, açıklanan 10 madde tarafların üzerinde müzakere edeceği konuları içeriyor. Bu başlıkların kapsamına, ufkuna, imasına dair ne söylemek istersiniz?

Kürt Meselesi, yaygın inanışın aksine sadece PKK ve devlet arasında yaşanmış bir sorun değil. Bu sadece sorunun bir boyutu. 30 yılı aşkın süren bu meselenin sosyo-ekonomik, siyasi, güvenlik, insan hakları, yasal ve ilişkisel birçok boyutu var. Ben görüşmelere açılacak bu 10 maddeyi bu farklı boyutlara denk düşecek şekilde altı ayrı başlıkta okuyorum. 1) Hukuki boyutu, yani nasıl yeni bir anayasal vatandaşlık tanımlayacağız ve buna uyumlu nasıl yasalar yapacağız? 2) Sosyo-ekonomik boyutu, yani çatışmaya yol açmış sosyal ve iktisadi meseleler konusunda neler yapılacak? Mesela yoksulluk, bölgesel gerikalmışlık, zorunlu göç ve daha birçok konuda ne tür sosyal politikalar üretilecek? 3) Güvenlik boyutu, yani insan hayatını ve onun güvenliğini nasıl öne çıkaracağız? Tabii bu biraz benim ideal gördüğüm boyut. Devletler genelde bu boyuta devlet güvenliği açısından yaklaşırlar ama barış için doğru yaklaşım devlet güvenliğinden insani güvenliğe kayacak bir yaklaşıma geçmektir.

Neyi kast ediyorsunuz?

Burada silahlardan, mayınlardan arınma konuları ayrıntılı konuşulacaktır. Fakat özellikle belirtmek isterim ki ülkemizde silahsızlanma denince sadece PKK’nin silah bırakması düşünülüyor. Oysa literatürdeki kelimeyi tam çevirdiğimizde “eski savaşçıların silahsızlanması” dememiz gerekir. Yani burada ayrıca konuşulması gereken bir konu da korucuların durumudur. Gene Kuzey İrlanda örneğinden yola çıkarak bölgedeki güvenlik birimlerinin ve polisin nasıl yeniden yapılandırılacağı da bu başlık altında tartışılmalı.  4)Yönetimsel boyutu, yani ulusal ve yerel olarak nasıl bir model üreteceğiz sorusu.

Bunu da açalım lütfen?

Dünyada 1989’dan bu yana iç savaş sonrası yapılmış 35 barış anlaşmalarına baktığınızda 51 farklı hüküm görüyorsunuz. Bu hükümlerden 32 tanesi çatışma sonrası taraflar arasında bir çeşit siyasi güç dağılımı, anayasal değişiklikler, kendi geleceğini tayin hakkı ve/veya azınlık haklarının koruma altına alınmasına dair şartlar içeriyor. Bu süreçte bizim de sormamız gereken doğu ve güneydoğu için güç paylaşımını yeniden düzenleyecek bir model üretip üretmeyeceğimiz. Ulusal düzeyde ise mesela seçim barajının düşüp düşmeyeceği, merkez-çeper ilişkilerinin nasıl düzenleneceği gibi konular var. 5) Barışın ilişkisel boyutu yani çatışma sürecinde zedelenen birey-birey, birey-toplum, toplum-toplum ve birey-devlet ilişkileri nasıl tamir edilecek? 6) Çatışmaya yol açan yapısal eşitsizlikler nasıl giderilecek, kültürel haklar nasıl korunacak? Savaşın yol açtığı ekolojik zarar nasıl karşılanacak? Çatışmaların zarar verdiği kadınlar, çocuklar gibi kesimlerin acıları nasıl iyileştirilecek? Bu kesimler ve onların sorunları sürece nasıl dahil edilecek?

IRA MODELİ BİZE UYAR MI?

IRA barış sürecini yürüten aktörler, onları Hayırlı Cuma’ya götüren en önemli faktörün müzakere taslağının her şey netleşene dek taslak olarak, hamur olarak kalması olduğunu söylemişlerdi. “tüm başlıklarda anlaşana dek hiçbir konuda anlaşmış sayılmayız” gibi bir mottoyla yürümüşler. 10 maddelik müzakere taslağı için sizin öneriniz ne olur?

Tabii ben içerdeki dinamikleri bilen biri olmadığım için bir öneride bulunamam. Bahsettiğiniz motto, Senatör Mitchell’ın uyguladığı bir yöntemdi. Hem avantajları hem dezavantajları vardı. Yani bir yanıyla masadakilere bir esneklik sağlıyordu bir yanıyla da aslında işi zorlaştırıyordu çünkü taraflardan biri süreçten ayrıldığında, eğer müzakereler tekrar başlarsa tekrar sıfırdan başlamanız gerekiyordu. Tabii burada çok iyi bir arabulucu olan Mitchell’ın sürece hakimiyeti önemliydi. Her ne kadar her şeyde anlaşana kadar hiçbir şeyde anlaşılmamıştır dense de Mitchell anlaşılması gereken bir son tarih de belirtmişti taraflara. Bu durumda taraflar müzakerede şu karara varacaklardı: X tarihine kadar bir şeylere varmak için uğraşmazsak bu kadar zaman boşa gidecek. Tabii bu sürecin sürmesi için masadakilerin müzakere ve diyalogun kendileri için en iyi yol olduğuna inanmaya devam etmesi lazım. Yani diğer bütün etkenlerin bu inancı azaltmaması gerek. Dolayısıyla sürecin uzun süreceğini de düşünürsek aslında biraz riskli bir yöntem. Ama avantajı da sürekli olarak tarafların pozisyonlarını tekrar düşünme imkânı vermesi. Yani aslında müzakere edilecek her bir konu hem kendi başına bir müzakere oyunu, hem de diğer başlıklarla tekrar düşünüleceğinden büyük bir müzakere sürecinin bir parçası. Süreç bu şekilde yürümek zorunda değil.

MADDE MADDE GİDELİM

Öneriniz ne olur?

Benim şahsi görüşüm, hele ki bir resmi arabulucunun olmadığı durumlarda, madde madde ilerlemenin ve bu süreçte tarafların birbirlerinin güvenini kazanmasının daha verimli olacağı yönünde. Çünkü Kuzey İrlanda’daki model aslında masadaki tarafların “bırakıp gitmeyi” bir tehdit olarak kullanabileceği de bir yöntem.

Şimdiden aşılması zor, sıkıntılı gördüğünüz alanlar başlıklar var mı peki? Ne yapılırsa kolay aşılır o zorluklar?

Ben aslında bu konuda Türkiye’de devamlı şaşkınlık yaşayan bir insanım. Bu 30 yıllık çatışma boyunca devamlı olarak devletin ve toplumun “kırmızıçizgilerinden” bahsedildi ama gün geldi tabu olduğu düşünülen Öcalan’ın serbest kalması, özerklik hatta ayrılma meselesi bile gayet rahat konuşuldu, hatırlarsınız. Şimdi böyle bir dönemde değiliz. Ama demek istediğim şu: Bu maddelerin ne zaman konuşulacağı, hangisinde zorluk yaşanacağından daha önemli oluyor. Ya da zorluk yaşanıp yaşanmayacağı zamana göre değişecektir.

MECLİS ARİTMETİĞİ SÜRECİ BELİRLER

Psikoloji yönetimi ve doğru zamanın tayini öne çıkacak o zaman?

Bu maddelerden taraflarca anlaşılması daha kolaydan daha zora doğru ilerlemek topluma da bir güven ve rahatlama hissi verecektir. O yüzden de zaten“her başlıkta anlaşana kadar hiçbir konuda anlaşmış sayılmayız” modeli o kadar da iyi değil diye düşünüyorum. Bu maddelerin bir kısmı seçimler sonrası oluşacak yeni parlamentonun yapısı, sandalye dağılımıyla da çok bağlantılı olacaktır. O yüzden seçimler barış sürecinin gidişatını belirlemede çok kritik olacak.

TEREYAĞINDAN KIL ÇEKMEYECEĞİZ

Müzakere süreci nasıl işleyecek peki, nasıl işlemeli?

Bu çok büyük bir soru. Bir kısmı içerikle ilgili, az önce konuştuğumuz gibi. Burada önemli olan hiçbir müzakere sürecinin tereyağından kıl çeker gibi işlemediğini bilmek. Yani gene pürüzler olacak. Kuzey İrlanda’da mesela tam anlaşılmak üzereyken tekrar bombalar patladı. Bu olacak demiyorum ama süreci bozabilecek aktörlerin varlığını kabul etmenin, sürecin ara ara tıkanacağını bilerek yola çıkmanın, süreçte böyle noktalara gelinirse aşılmasının daha kolay olacağını söylüyorum.

SİVİL TOPLUM DEVREYE GİRMELİ

Siyasi aktörlerin masada yaptığı müzakerenin sahaya yansıması önemli. Bu alanda ne yapmalı? Hükümet, sivil toplum, medya, akademi, iş dünyası…

Çatışmalar çok farklı seviyelerde güvensizlikler ve sorunlar yaratır. O yüzden bir yandan üst düzeyde görüşmeler sürerken bir yandan da daha orta seviyede ve halk seviyesinde de çalışmalar yapılmalıdır. Orta seviyeden kastım şu: Toplumca sayılan, direkt olarak siyasa üretmeyen ama siyasa üreticilere ulaşabilecek ya da onları etkileyebilecek kişiler. Bunlar, iş dünyasından kişiler, akademisyenler, gazeteciler, dini liderler ve sivil toplumda sayılan bireyler olabilir. Bunların süreç içersinde bir araya gelerek üst düzeyde konuşulanları kendi aralarında konuşmaları ve anlaşarak süreci desteklemeleri barış süreci için önemli bir destek sağlar. Bu kişiler hem bu yolla üst düzeyde konuşanlara bazen yardımcı bazen de baskıcı olurlar. Topluma ise sürekli olarak “bakın anlaşma yolları açık” mesajını verirler. Kuzey İrlanda’da resmi düzeyde görüşmeler başlamadan bu seviyedeki önemli bazı anahtar kişiler bir araya gelerek sürecin başlamasına yardımcı olmuşlardır. Türkiye’de de bu tür çalışmalar özellikle 2009’dan hemen sonra bayağı yoğun bir şekilde yapıldı ama 2011’den sonra durdu. Belki bu süreçte tekrar canlanır ama ne yazık ki seçimler biraz ortama belirsizlik kattığından bence herkeste bir “bekleyelim bakalım ne olacak” hissi var.

MEDYA BARIŞ HABERCİLİĞİ YAPMALI

Türkiye medyasının barış diline bürünmesi için ana çerçeve ne olmalı? 

Medya bu süreçte önemli bir aktör. Ama diğer orta seviye aktörlerden biraz daha farklı bir konumda çünkü medyanın asıl amacı kȃr etmektir. Bu yüzden de herhangi bir sansasyonel haber onlar için önemlidir. Günümüzde medyanın geldiği yer de ne yazık ki “nerede şiddet, orada haber” olmuş durumda. Medya bu durumda kendini “ne yapalım istenen bu” diye savunuyor ama bence biraz “tavuk-yumurta” meselesine de dönmüş olay. Elbette ki medya illa ve sadece şiddet içermeyen haber yapacak demiyorum, bu imkansız ama barış gazeteciliği şunu gerektiriyor: Kullandığımız dile dikkat etmeli, haber verirken sadece bir tarafın görüşünü yansıtmayan, iddia sunuluyorsa farklı görüşleri veren, iddiayı “gerçek” ya da “veri” gibi sunmayan bir yaklaşım. Elbette toplum süreçten haberdar olmak isteyecek. O yüzden de medyaya bilgi verilmesi gerekiyor ama bu bilginin belli çerçevede ve minimumda tutulması ve olumlu yanlarının öne çıkarılması medyanın da işini kolaylaştıracaktır.

ÜÇÜNCÜ GÖZ DE BAKARSA…

Sürece refakat edecek bir izleme heyeti – üçüncü göz fikri bu aşamada en çok konuşulan tartışılan konu. Ne dersiniz?

Çatışma çözümünde biz bu tür oluşumlara ya da kişilere üçüncü taraflar deriz. Bu üçüncü taraflar neden önemlidir. Çünkü çoğu zaman süreçler güven sorunu yüzünden tıkanır. Sürecin tekrar işlemesine yardımcı olacak şey, mesela bir tarafça bilinen ötekince bilinmeyen ya da çarpıtılan bir bilgidir. Taraflar, üçüncü tarafa başından itibar ederlerse o kişi veya kişiler bu tıkanıklığı aşmaya yardımcı olurlar çünkü onlara karşı tarafa verilmeyen kritik bilgiler verilebilir. Bu da sıkışmışlığı yeni bir formülle aşmaya yardımcı olur. Ayrıca bazı zor konularda günah keçiliği görevi yaparak tarafları kendi kamuoyları önünde sıkıntıdan kurtarabilirler.

ŞAHİTLİK Mİ, ARABULUCULUK MU?

Biz ne yapmalıyız? İzleme heyetinin ötesinde bir hakeme, arabulucuya, ya da IRA sürecinde müzakerelerde oturum başkanlığı yapan Senatör George Mitchell gibi birine ihtiyacımız olur mu?

Anladığım kadarıyla ne yazık ki bizde konuşulan formül böyle bir arabuluculuk formülü değil. Bizdeki daha çok şahitlik etme olarak düşünülüyor gibi geliyor bana. Ve buradaki önemli sorun da şahidin, taraflardan birinin güven sarsıcı bir hareketine karşı ne yaptırımı olacağı. Çünkü üçüncü tarafın taraflara yardımcı olması için taraflar üzerinde bir yaptırım gücünün olması gerek. Bu yaptırım gücü, devletler için çoğunlukla itibardır. O yüzden dışardan tarafsız bir gözün daha iyi olacağı anlayışı yaygındır. Çünkü bu dışardan güce karşı, oyunu bozanın, masayı terk edenin siz olduğunuz kanısı oluşmasın istersiniz.

KARMA BİR HEYET OLSA

Üçüncü göz yerli mi, yabancı mı, karma mı olmalı bahsinde fikriniz ne?

Bu sorunun cevabı zamana ve şartlara bağlı aslında. Ben Türkiye’nin dışardan bir üçüncü tarafı kabul etmesi için tarihi bir fırsatı kaçırdığını düşünüyorum. Geldiğimiz noktada dış politikamıza baktığımızda nerdeyse herkesi düşman bellemiş durumdayız. Yapılan çalışmalar ABD, AB gibi aktörlere güvenin bayağı düşük olduğunu gösteriyor. Tarihsel olarak da bu ülkelere karşı bir Sevr paranoyamız var. Fakat arabuluculuğun gerekliliği olan itibar, yaptırım gücü, anlaşma sonrası garantörlük gibi birçok kapasite de bu aktörlerin elinde. Bugün iyi sonuçlanmış barış anlaşmalarına baktığımızda bu aktörleri görüyoruz. İçerden birilerin olması fikrine yakın bakıyordum ben ama buradaki önemli sorun da bu kadar kutuplaşmış bir ortamda, üstünde ortak mutabık kalınacak kişilerin bulunmasındaki zorluk. O yüzden sizin İnce Fikir programınızda önerdiğiniz karma bir grubun, yani hem önemli dış aktörlerden temsilciler hem de içerde itibar gören kişilerden oluşan bir grubun daha iyi işleyebileceğini düşünüyorum. Her ne olursa olsun bence formül ve içerik üzerinde akademi, iş dünyası, sivil toplum gibi kesimlerle bir görüş alışverişinde bulunulabilir.

GEÇMİŞ ACILARI NE YAPACAĞIZ?

Çatışmalı dönem boyunca çok fazla insanın canı yandı. Kurbanlar, mağdurlar, şehitler, acılı yakınlar… Herkes acısının bilinmesini ve saygı gösterilmesini istiyor. Geçmişin sağaltılması için ne yapmak gerek?

Bu çok geniş bir soru. Kısaca söylemek gerekirse geçmişle yüzleşmenin iki önemli boyutu var. Birincisi, devlet ve PKK’nin dahil olduğu ihlaller. Bu konuda cezai adaletin işletilmesi ve mağdurlarda resmi adaletin teslim edildiğine dair hissin oluşması gerekiyor. Bu da gene çok boyutlu. Yani bir yandan davaların sonuçlanması, bir yandan özür ve tazminat mekanizmalarının devreye sokulması gerek. Benim zorunlu göç yaşamış kesimle yaptığım çalışmalarda gördüğüm en çok öne çıkan iki şey vardı. Birisi özellikle zorla kaybettirmelerde aile bireylerinin şahsa ne olduğunu öğrenmek istemesi- -ki burada toplu mezarların açılması barış adına çok önemli bir adım olacaktır, bir diğeri ise yaşanılan acılar için resmi devlet özrü. Bu açıdan bakıldığında hakikatleri araştırma komisyonlarının da özellikle “bilme hakkını” yerine getirebileceğini düşünüyorum.

YAS TUTMA HAKKI 

Geçmişle yüzleşmede ikinci önemli başlık neydi?

İkincisi, toplumsal boyutta yaşanmış sorunlara üretilmesi gereken mekanizmalar: Burada daha çok yaraların sağalması ve birbirlerine karşı yıkıcı ilişkilerde bulunmuş grupların tekrar sağlıklı ilişkiler kurmasından bahsetmeliyiz. Bunun için anma mekânları, müzeler, arşiv ve belgelendirmeler öne çıkıyor. İnsanların yaslarını tutmaları için gerekli ortamın hazırlanması gerekiyor. En çok da her iki sorunu aşmada insan hikâyelerinin “karşı tarafa” ulaştırılması. Bu sanatla olabilir, kitaplarla, sivil toplumun arşivlemesiyle vesaire.

BARIŞ İÇİN BOŞ SANDALYE

Bu meselenin sivil siyaset eliyle değil de askeri yöntemlerle çözülmesi gerektiğine inananlar da var hala. Ya da çözümü isteyen ama bir başka sebeple bir başka şeye itiraz edenler var ve olacak. Onları dahil ederek mi yürünmeli, yoksa onları beklersek işler yine tavsar, çok zaman kaybederiz deyip onlara rağmen mi yol alınmalı?

Öncelikle şunu kabul etmek lazım. Yıllardır askeri yoldan denenmemiş bir yöntem kalmadı. Demek ki bu yolla çözülmüyor. Ne yazık ki böyle düşünen bir kesim var dediğiniz gibi ve ikna edilmeleri zor. Kuzey İrlanda deneyiminde öğrendiğimde beni şaşırtan bir şey olmuş. Çatışmaları sonlandıran Hayırlı Cuma Anlaşması öncesi ve 8 yıl sonrasına kadar sürece önemli bir aktör katılmamış. Ama müzakereler sırasında tüm aktörlerin koltukları sembolik olarak ve bir gün gelebilecekleri umuduyla boş tutulmuş. Bu hem sürece dahil olan hem katılmayanlara çok önemli bir mesaj. Biz de bu sürece herkesi katmak için çalışmalı ama katılmayanların da koltuklarını masada tutmalıyız. Bu açıdan sürece çeşitli endişelerinden dolayı katılmak istemeyen ya da dışlanmış kesimlerin temsilcilerinin sürece katılması için uğraşılmasının da bir gün barış yapılırsa kalıcı olması için çok önemli olduğunun da altını çizmek isterim.