Barışın önündeki engel: Mahşerin dört atlısı

Birleşmiş Milletler, Uyuşturucu Raporu-2013 bize, yaklaşık yarım trilyon doları bulan uyuşturucu ekonomisini ve rantını, siyasi etkileri ve sonuçları olan bir ‘kara’ ekonomi olarak anlatıyor. Dünya uyuşturucu trafiği, Önasya, Ortadoğu ve Latin Amerika ülkelerinden yola çıkarak, kuzeye ve batıya ulaşıyor. BM’nin son raporunda, Ortadoğu’da yeni bir uyuşturucu rotasından bahsediliyor. Bu rota Irak’ı daha fazla öne çıkartıyor. Türkiye ve İran güzergahı giderek zorlaşırken, yeni kaçakçılık yolları Irak’a yoğunlaşıyor.

Tabii ki BM raporunda, Afganistan’ın önemi ve çıkış noktası olduğu her zamanki gibi vurgulanıyor. Eroin kaçakçılığında önemli bir merkez olan Pakistan çıkışlarında da Türkiye, İran ve Balkan trafiğinin ‘eski’ oturmuş bir trafik olduğu ancak bunun da son gelişmeler nedeniyle ‘kesintiye’ uğradığı vurgulanıyor. Öte yandan Afganistan çıkışlı afyon trafiğinin, yine geleneksel İran, Türkiye ve Balkan rotası yerine Pakistan-İran rotasıyla Avrupa’ya ulaştığına da dikkat çekiliyor. Afganistan-Avrupa rotasındaki Türkiye’den geçişler azalıyor ve bu trafik alternatif  yollara kayıyor. Raporda, Türkiye ve Doğu Avrupa’nın kaçakçılık rotasında, yakın zamana değin, İran’dan daha etkin olmasına rağmen, bu bölgelerin son iki yılda daha ‘temiz’ bir görünüm verdiği vurgusu var.

Türkiye trafiği azalıyor

Buna parelel olarak,Avrupa Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi (EMCDDA), Türkiye ve AB’de 2010 ve 2011’de yakalamalardaki azalışın kaçakçılık miktarı ve güvenlik güçlerinin faaliyetlerinde meydana gelen değişiklik sonucu olabileceğini iddia ediyor.

Ama biz buna demokratik bir siyasi istikrarı ekleyelim. Şunu unutmayalım, baskıcı rejimlerde uyuşturucu ekonomisi gibi yeraltı ekonomileri ve buna bağlı rant oluşumları, demokratik rejimlerden daha yaygındır. Buralarda demokratik bir siyasi irade olmadığından, bu rant ekonomisiyle iç içe geçmiş devlet içi odaklar, devletin bu konuda şeffaf ve etkin mücadelesini önlerler.

BM’nin raporu, genel olarak, Türkiye üzerindeki trafiğin yavaş da olsa azalmaya başladığını ve alternatif güzergahlara yöneldiğini gösteriyor. Türkiye için milyarlarca doları bulan bu ‘kara’ ekonomi çevriminin siyasete etkisi, tabii ki anti-demokratik siyasi yapıları-politik ortamı desteklemesi ve bunun için mümkün olduğunca puslu bir havayı istemesidir.

Türkiye’de bu ekonominin yerli ve küresel ‘baronları,’ şimdiye değin, ellerindeki maddi gücü siyasete de yönlendirerek asker vesayetini, güçsüz siyasi iktidarları, kukla bir meclis yapısını ve tabii ki buna bağlı olarak Doğu ve Güneydoğu’da savaşı desteklemiş, kışkırtmışlardır. Bu ülkede, bütün barış adımlarında, bütün barış arifesi süreçlerde bu uyuşturucu baronları, barışa yapılan bütün provokasyonların içinde olmuşlar, savaştan, çatışmadan yana manfaati olan diğer güçleri harekete geçirmişlerdir. Ne yazık ki, geçmişte devletin silahlı ve bürokratik kurumlarının içinde yapılanmış bazı çetelerde bu rant ekonomisine bulaşmışlardır.

Ama bu karanlık rant ekonomisi sizce basın desteği olmadan meşruiyetini sağlayabilir mi? Türkiye’nin doğusundan yıllardır yükselen barış taleplerine kamuoyunun kulak tıkaması medya olmadan sağlayabilir miydi; tabii ki hayır...

Kim bu paramiliter gazeteciler?

Türkiye’de bu durum paramiliter medyayı ve bunun paramiliter gazetecilerini yaratmıştır. Bu paramiliter gazetecilerin, aynı zamanda iş, özellikle finans dünyası ile organik bütünlük içinde olduklarını sanıyorum söylemeye gerek yok. Bunların çoğu İstanbullu üç büyük futbol kulübünden biriyle yakın ilgili oluyordu. Gazete patronları bu ‘yükselen’ paramiliter ‘değerleri’ nedense erkenden keşfediyor ve bir uzmanlık alanı olmayan, akademik ya da mesleki becerileri, çabaları sıfırın altında olan bu tiplere durup dururken, milyon dolarlar veriyorlardı. Ama aynı gazete patronları, gazetecilik dışında her işi, devlet içinde güçlü bağları olan bu paramiliter gazeteciler sayesinde kotarıyorlardı. Bu gazete patronlarının özelleştirme yağmasındaki paylarını artık biliyoruz. 2001 öncesi banka sisteminin nasıl yağmalandığını, bu ülkenin, bankalara birikimlerini yatıran halkın nasıl söğüşlendiğini hepimiz biliyoruz.

Tabii bu işlerin bir de ‘kara’ ama karanın da karası tarafı var. Yani uyuşturucu -özellikle Doğu’da- silah kaçakçılığı ve ötesi. Mesela bu konuda Uğur Mumcu’nun dilinde tüy bitmiştir.

Uyuşturucu paraları nasıl bölüşülür(dü)? 

Uyuşturucu ve silah kaçakçılığı paraları ilk önce en üst katlarda, tabii Ankara’da paylaştırılıyordu. Sonra bu paralar ikiye ayrılıyordu. Bir kısmı yeni terör finansmanı ve silah alımı için gerekli yerlere aktarılıyor diğer kısmı da paramiliter basın ve finans yapılarına gidiyordu.

İddia ediyorum; Varlık Barışı bekleneni vermez, çünkü...

Şu sıralar yalnız İsviçre’de Türkler’in 100 milyar doları olduğunu FBI tespit etti. OECD raporlarına bu rakamlar girdi. Peki, kim bu Türkler? Bu para ne parası; Varlık Barışı’na rağmen niye çözülmedi; ne kadar uzarsa uzasın iddia ediyorum bu para gelmez, gelmeyecek çünkü terör, uyuşturucu ve silah kaçakçılığı parası bu para...


FBI’ın yaptığını biz niye yapmıyoruz?

Demek ki buradan mahşerin dört atlısına ulaşıyoruz. Uyuşturucu (-silah-) çeteleri, paramiliter örgütler, medya ve finansal yapılar. İşte bu dört atlı ‘terör’ ve baskıcı devlet arabasını yıllardır bizim üzerimize sürdü. Şimdilerde aynı paramiliter gazeteciler, barış olmaz, çözüm süreci kandırmaca diye yazıyorlar... Bunların ve bunların patronlarının yur tdışı hesaplarını, FBI gibi, bizim MASAK araştırmalıdır. Yapmıyorsa yazık gerçekten...
Bu açıdan hem Ergenekon’un hem de Balyoz’un paramiliter ‘sivil’ ayakları tam anlamıyla çözülmemiştir. Çözülmeden de bu ülke rahat nefes alamaz... Bu yazıda Lice’ye hiç değinmedim gördüğünüz gibi... Uyuşturucu trafiğinin en önemli geçiş noktalarından olan Lice’de -tam da kör gözüm parmağına- neden bu kışkırtmanın olduğundan hiç bahsetmedim...