Baþa geldi çekilecek

Ýyiydik. Dosttuk. Birden, bir kavganýn içine düþtük. Gözlerinize bakýyorlar, sýrtýnýzdan vuruyorlar. Öyle acayip bir kavga.

Beraber yürümek harikaydý. Ayný þeyleri seviyorduk. Sevmediðimiz þeyler de aynýydý. (Biz öyle biliyorduk.)

Ayný hakikate iman ediyorduk, bu kýymetli bir þeydi, paha biçilemezdi, ne kadar güzeldi.

Birden, kendimizi, beraber yürüdüðümüz insanlarýn kurduðu pis bir tuzaðýn içinde bulduk.

‘Çýldýrtýlmýþ uranyum’ demesi gibi Nazým’ýn. Çýldýrtýlmýþ, zývanadan çýkmýþ bilinç.

Kim yaptý bunu? Nasýl yaptý? Niçin yaptý?

Bilemedik. Bunu bilmeyi mümkün kýlacak bir terbiyemiz yoktu.

Böyle yetiþtirilmedik. Böyle ummadýk.

Eski Yeþilçam filmleri mi bizi böyle yaptý?

‘Kalleþlik’ yapýlamazdý hani, ‘parayla saadet olmaz’dý.

Ýyi insanlardý, bütün ‘esas çocuk’lar ve ‘esas kýz’lar. (Bunu çocukken, Lüleburgaz’da öðrendim. ‘Esas çocuk’diyorlar filmin kahramanýna bizim Trakya’da. Esas çocuðun sevdiði kýza da ‘esas kýz.)

Onlarý çok mu sevdik? Kadir Savun’un, Süleyman Turan’ýn, Münir Özkul’un veya Adile Naþit’in canlandýrdýðý iyilik abidesi insanlarý çok mu benimsedik?

Nereden çýktý bu Erol Taþ, Hayati Hamzaoðlu? (Elbette, bu oyunculara deðil sözüm, canlandýrdýklarý karakterlere.)

Ya da büyüklerimiz, ‘Sakarya saf çocuðu, masum Anadolu’nun’ dediler bize de, ondan mý ‘saf çocuklar’ olarak þimdiki zamanlara kadar geldik.

Temiz bir mücadele. Bildiðimiz buydu.

Baþkasý, yalan söylerdi, biz doðrusunu arar bulurduk.

Baþkasý saldýrýrdý, biz savunurduk. Çalýþtýðýmýz yerlerde mesleðimizi de böyle icra ettik.

Baþkasý tuzak kurardý, biz, tuzaða düþmemek için çýrpýnýrdýk. Ya da tuzaða düþerdik, düþtüðümüz tuzaðýn içinde çýrpýnýrdýk.

Tuzaðý görmenin lezzeti ayrý bir þeydi, tuzaða düþmenin, tuzakta çýrpýnmanýn lezzeti ayrý...

Tuzak kurmayý, baþkasýný tuzaða düþürmeyi hiç tatmadýk. Tuzak kurmayý hiç aklýmýzdan geçirmedik.

Niye tuzaða düþsündü insanlar? Niye tuzak kuracaktýk? Hepimiz, insanlar için, bütün insanlar için iyilik istemiyor muyduk? Hocalar, böyle öðretmiyor muydu?

Böyleydik.

Baþkasýydý hep, tuzak kuran, saldýran.

Yalan söyleyen, ihanet eden.

Kötülük eden, hep baþkasýydý. Böyle öðrendik. Böyle alýþtýk.

Hani, dijital teknolojiyle uðraþanlar, ‘yazýlým’ der ya...

(Ben, bu bilgisayarcýlarýn ‘yazýlým’ dediði þeyi ‘kader’in mahiyetini anlamaya yaklaþmak için uygun bir vasýta olarak görüyorum, inþallah þu gürültü patýrtý zail olur da yazmaya fýrsat buluruz.)

Bizim ‘yazýlým’ýmýz böyle bir saldýrýya karþý savunma biçimlerini içermiyordu.

‘Bizim kitabýmýzda yazmaz’dý.

Her türlü ilkesizliði, her türlü sinsiliði anlayabilirdik. Bunlarýn ‘baþkasý’ndan gelmesini anlayabilirdik.

Yaþadýk çünkü. 27 Mayýs’ta yaþadýk, 12 Eylül’de yaþadýk, 28 Þubat’ta yaþadýk. Daha bir sürü vesileyle yaþadýk.

Ama, ‘içeriden’ gelince, anlayamadýk. (31 Mart’ý iyi talim etseydik belki biraz faydasý olurdu.)

7 Þubat’ý, 17 Aralýk’ý, rüyamýzda görsek inanmazdýk.

Yani acemisiyiz böyle pis kavgalarýn. Ne yapalým, baþa geldi çekilecek.

Ýnþallah biter.

Temiz insanlar zarar görmeden.

Millet zarar görmeden.

Kötüler, umduklarýna nail olmadan.

Bu þeytani ihalenin perde gerisinde sýrýtan patronlarý sevinemeden.

Eski ve yeni ‘çete’ler hall ü fasl edilir. Varsa yolsuzluk müstehakýný bulur.

Ve inþallah, bir an önce biter.