Başıma bir iş gelirse caaanım...

HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş seçimlere sayılı gün kala şöyle bir vasiyette bulundu: 

“Eğer bu seçim kampanyası döneminde başıma bir iş gelirse, bütün arkadaşlarımdan özel ricamdır, bu özgürlük gemisi limana götürülecek, sizlere emanettir.” 

Ancak tuhaftır, bu çok şiirsel ve pek dokunaklı olmanın yanı sıra, alarm zillerini çaldırması gereken birkaç cümleyi, T24’ten Hakan Aksay dışında ciddiye alan olmadı.

Zaten o da, tam da Demirtaş’ın attığı yerden takılmış cümlenin ağına.

Nedir Demirtaş’ın satır arası iddiası: Hayatıma kast ediliyor, kasteden de Erdoğan!

Allah Allah! Son derece oksimoron bir anons bu, neresini ciddiye alalım demeyin.

Demirtaş, silah bırakmamak için kendi liderine ve tabanına ihanet eden Kandil’in yörüngesine girmiş olsa da;

6-8 Ekim öncesinde Kandil’in peşi sıra sorumsuzca sokak çağrısı yapmış ve 52 kişinin gömülmesinde pay sahibi olmuş olsa da;

Vahşice öldürülen Yasin Börü ve arkadaşlarının katillerine siyasi dayanak sunmak gibi günahlardan sakınmamış olsa da;

Bu sözü ciddiye alınmalı. Basit bir söylem mühendisliği olmayabilir çünkü. Paris cinayetleri gibi, süreci bozmak için örgüt içine de yöneldiği görülen odakların gözüne değmiş olabilir.

Ne olduğuna acilen bakılmalı ve can güvenliği her türlü sağlanmalı Demirtaş’ın.

Önce elindeki silahı bırak!

PKK-KCK-YDGH’nın bölgedeki diğer siyasi partiler ve halk üzerinde nasıl baskı kurduğunu herkes biliyor. Aday kaçırma, adayların yahut yakınlarının dükkanlarına evlerine arabalarına zarar verme, parti araçlarını, bürolarını yakma gibi “seçim çalışmaları”nın (!) bir kısmı haberlere yansıdı zaten.

Ama insanların PKK’ya nasıl sabrettiğini, devletten PKK baskısına karşı koruma beklediğini ancak bölgeye gidip çok taraflı sondaj çalışması yapanlar biliyor.

Esnafla konuşurken bile görülebilir bir şeydir aslında.

HDP’ye oy versinler diye PKK’nın kendilerine nasıl baskı yaptığını anlatan esnafın, kapının vitrinin önünde belirenleri görür görmez havadan sudan bahsetmeye başlamasının anlamı nedir sizce?

Bunu yapan örgütün ve siyasi sözcülerinin Türkiye’yi kendilerinin demokratikleştireceğinden bahsetmesi kadar komik bir şey olabilir mi?

Kafanıza silah dayayan yapı, demokratikleşmeden bahsediyor! Peh!

Demirtaş kim olduğunu hatırlasın

PKK-HDP siyasi hattı ciddiye alınmak, muhatap tutulmak istiyorsa eğer, çözümden yana siyaset geliştirmeli. Demokratikleşmenin ilk şartının zor kullanmak değil silah bırakmak olduğunu bellemeli. İnsanlarda aranan özellik siyasi partiler ve hatta örgütler için de geçerlidir.  Önce kim olduğunu bileceksin. Sivil, hür iradelerden mi alıyorsun gücünü yoksa şiddetten ve şantajdan mı?

Türkiye genelinde seçime giriyorsun diye silahını molotofunu bir süreliğine arkana saklıyor olabilirsin. Demirtaş’ın 10 Ağustos’a giderken Kürtlüğünü de, Kürt meselesini de, eli silahlı PKK’yı da zinhar ağzına almayışı gibi bir taktik geliştirmiş olabilirsin.

Düne kadar “en iyi Kürt ölü Kürt’tür” ve “tavşan gibi ürüyor bunlar” dışında cümle kurmayan ama AK Parti ve Erdoğan nefretinden sebep “kader utansın” deyip peşine takılan seküler beyaz Türklerle iş birliği yapmış olabilirsin.

KCK operasyonlarında yedi bin Kürt siyasetçiye kelepçe takan ve fotoğraflarını basına servis eden Paralel Yapının kuyruğuna takılmayı içine sindiriyor da olabilirsin.

Peki ya sonra?

Sürecin aktörü ve garantörünün önce Erdoğan, sonra AK Parti Hükümetleri olduğunu inkar etmenin sürece, sana ve tabanına ne faydası var?

HDP’yi var eden ve süreci yüzde 95 oranında destekleyen Kürtlere ihanet değilse bu, nedir?

Kürtler gelecek umutlarının sol sosyalist fantezilerle değiş tokuş edilmesine, çocuklarının karda kışta dağlarda unutulmasına nasıl karşılık verir? Türkiye genel kamuoyunun çözüm sürecini Öcalan’a, Cemil Bayık’a, Cengiz Çandar’a yahut Demirtaş’a güvendiği için mi desteklediğini sanıyorsunuz siz?

Türkiye’yi sürece ikna eden bizzat Erdoğan’dır. Ve bu destek baki falan da değildir!