Basına siyasi müdahale üzerine -yeniden

Siyaset ile gazetecilik arasındaki ilişki pek nadiren ‘sevgi’ üzerine kuruludur; sevilmez gazeteciler, siyasiler de başkalarından gördükleri saygıyı gazetecilerden genellikle görmez.

Devlet adamlarının anı kitaplarını okuyun; hemen hepsinin pek az istisnasıylagazetecilerden hoşlanmadıklarını fark edersiniz...

Öldürülen, kalemi elinden alınan, sürgüne gönderilen, yargılanan gazetecilerle doludur basın tarihimiz...

Demokrasi, hemen her alanda olduğu gibi, basın-siyaset ilişkilerini de disipline kavuşturmuştur. Hukuki çerçeveye riayet etmek şartıyla basın özgürdür demokrasilerde ve özgürlüğü kısıtlayıcı yasalar çıkarılmasına hoş gözle bakılmaz.

Konuyu yeniden ele almamın sebebi, son zamanlarda şikâyetlerin ayyuka çıkmasına yol açan, iktidarın medyaya müdahale ettiği iddialarıdır. İktidar partisinden birileri, genellikle bizzat Başbakan Tayyip Erdoğan, hoşlanmadığı yazarların gazetelerinden atılmalarını istiyor ve patronlar da onun bu talimatını yerine getiriyormuş...

Atılan gazeteciler listeleri yayımlanıyor ve bu yolda yapılan yayınlar dışarıda da dinleyici buluyor...

İddia doğruysa, Türkiye’nin ‘demokratik’ olduğu kanaatini zedeleyecek gerçekten vahim bir durum var demektir.

İnternet ortamında düzgün bir gazetecilik örneği vermeye çalışan T-24 internet sitesinde, dün, bu iddiaları destekleyen bir yazıçıktı. Sitenin yayın yönetmeni Doğan Akın imzalı yazıda, Milliyet gazetesinin iki yazarının (Hasan Cemal ile Can Dündar’ın) ilişkilerinin kesilmesinde Başbakan Erdoğan’ın bizzat dahli bulunduğu ileri sürülüyor...

Yakın takipte tuttuğum için bendeki bilgilerle çelişen bu iddia üzerinde durmakta yarar görüyorum.

Önce iki şeyi birbirinden ayıralım...

Siyasiler gazetecileri sevmek zorunda değiller; tıpkı gazetecilerin de siyasileri sevmek zorunda olmadıkları gibi... Başbakan veya değişik düzeyde siyasiler belli bir nezaket çerçevesinde bu rahatsızlıklarını kamuoyuyla da paylaşabilirler; tıpkı gazetecilerin de siyasilerle ilgili hislerini okurlarıyla paylaştıkları gibi...

Gazeteci veya yazarın kurumuyla ilişkisinin kesilmesi belli hukuki kurallara bağlıdır ve bu kurallar arasında siyasi müdahale bulunmaz. Gazeteler yazarlarıyla ilişkilerini kesebilir, yazarlar da gazetelerini terk edebilir; elbette siyasilerin müdahalesinden bağımsız olarak...

Hasan Cemal’in gazetesinden ayrılmasını doğrudan siyasi bir etkiye bağlamadığını bir televizyon programında kendi ağzından işittik. (Buna rağmen, Doğan Akın, hayatında işitmediği ağırlıkta lâflara Başbakan Erdoğan tarafından telefonda muhatap edildiği iddiasını, gazete patronunun, çevresiyle ve Derya Sazak’la paylaştığını yazıyor. Olayda sıkça anılan Yalçın Akdoğan’ın ismi bu defa hiç geçmiyor.)

Ben ise,Can Dündar’ın gazeteyle ilişkisinin kesilmesi sürecinde, yayın yönetmeninin ağzını yoklamak için Başbakan Erdoğan’la temasını sağladığı kişiden, “Gazetelerde kimlerin yazacağına, kimlerin yazmayacağına ben karışmam” cevabı aldığını biliyorum.

Merakımı mazur görün: Milliyet yayın yönetmeni koltuğunda giden Derya Sazak’ı mı, yoksa gelen Fikret Bila’yı mı görmeyi tercih eder Başbakan Erdoğan?

Bir merakım daha var: Fikret Bila geldi, Can Dündar gitti; hiç ses çıkmadı...

Sorular aslında tablodaki tuhaflığı görmemizi kolaylaştırıyor.

Acaba patronlar durumdan vazife mi çıkartıyor, hatta kendi politik çizgileriyle uyuşmayan veya başka bir sebeple hoşlanmadıkları bir yazarla yollarını ayırırken ilgisi bulunmadığı halde Tayyip Erdoğan’ın ismini mi icraatlarına karıştırıyorlar?

Gerçeği yakında öğreniriz.