Hâlâ Türkiye’nin “Beka problemi” olmadýðýný söyleyen biri varsa, onun “zeka problemi” vardýr.
Kaldý ki artýk “Beka” tanýmý da güncellenmelidir.
Artýk sýnýrlarýmýzýn terör tehdidi altýnda olduðunu, PYD’nin; Türkiye’yi tehdit için kurulduðunu kabul etmek yeterli deðildir.
Güvenliðimizin Suriye’den deðil, Yeni Zelanda’ya kadar uzanan Haçlý terör odaklarýndan baþladýðýný umarým herkes anlamýþtýr.
Ortaya saçýlan bu kadar ayrýntýya raðmen, Yeni Zelanda’daki Müslüman katliamýna hâlâ “Bir sapýðýn cinneti” diyen var mý?
Bir silahýn üzerine Haçlý tarihini sýðdýran ve bizim bilmiþ tarihçilere ders veren bir cani asla sadece “cani” deðildir.
Netice itibariyle, Avrupa’dan Amerika’ya ve onlarýn müstemlekelerine kadar uzanan bir “Türkiye düþmanlýðý” artýk su götürmez bir gerçektir.
Peki bunun sebebi sadece “Ýslam ülkesi” olmak mýdýr?
Gelin bunun cevabýný onlardan alalým.
Eski CIA Þefi, 15 Temmuz’da parmaðý olduðu iddialarý üzerine, "TC hükümetini ve Anayasal düzeni ortadan kaldýrmaya teþebbüs" suçlamalarýyla yakalama kararý çýkardýðýmýz Graham Fuller, 2010 yýlýnda çýkan “Ýslamsýz Dünya” kitabýnda Vehhabilerle ortak çalýþtýklarýndan, Þiileri kullandýklarýndan bahsediyor, Sünniliði ise küresel hedefleri önündeki tek engel olarak gösteriyor ve “Sünni iktidarlarýn yýkýlmasý Sünniliðin kalesi olan Türkiye’nin yýkýlmasý ile mümkündür” diyor.
Suudi Arabistan’ýn “Anayasasý” olan Vehhabilik, Ýngilizlerin görevlendirdiði Mr. Hempher’in, Muhammed bin Abdulvehhab isimli Bedevi ile birlikte, Ýslamiyet’i parçalamak; Müslümanlarý birbirine düþürmek için kurduklarý sapýk bir tarikattýr.
Suudi Prens Selman son ABD gezisinde Washington Post Gazetesine verdiði mülakatta “Vehhabiliði, ABD’nin talebiyle dünyaya yaydýk” diyor.
Bu durumda ABD’nin, Vehhabilikten veya iþbirlikçisi FETÖ’yü dizayn eden Bâtýnîlikten, Þiilikten veya Alevilikten ne þikayeti olabilir ki?
Çünkü bunlarýn gerçek Ýslam ile didiþmesi, Haçlý-Siyonist ittifakýna destek anlamýna geliyor.
Üzerine sömürge düzeni bina ettikleri Hristiyanlýðýn ve Yahudiliðin, “din” özelliðini çoktan kaybetmiþ birer istismar malzemesi olduðunu söyleyen sahih Ýslam’ýn ilke ve deðerlerini hayata geçiren Türkiye’yi, doðal olarak; kirli ittifaklarýnýn önünde en büyük engel görüyorlar.
Ama asýl problem onlarýn böyle görmesi deðil, Türkiye’deki bazý gafillerin; bu tehdidi görememesidir.
Çanakkale’den geçemeyenler, emperyalist hedefleri açýsýndan hayati önem taþýyan iki zehirli iðneyi, yeni kurulmakta olan Türk devletine zerk etmeyi baþardýlar.
Biri Ýslamiyet’i unutturarak Müslümanlarý; fare kapaný gibi kurduklarý sapýk ve sahte inanç düzenlerine yöneltmek, diðeri de Hilafeti kaldýrtarak Ýslam dünyasýný çil yavrusu gibi daðýtmak...
Tek parti dönemi boyunca uygulanan katý yasaklarýn amacý dinsiz bir ulus oluþturmak deðil, din cahili bir nesil yetiþtirerek Sünni inancý unutturmaktý.
Zira gerçeði bilmeyenleri uzaktan yönetmek kolaydý.
Ve maalesef bunu büyük ölçüde baþardýlar.
Müslümanlarý kontrol etmek için kurulan Diyanet, din hizmetlerini yürüten bir kuruma dönüþmekle birlikte, hizmet verdiði Müslümanlarýn mensup olduðu Ehl-i Sünnet akaidi hakkýnda hiçbir hassasiyet üstlenmedi.
Oysa bu hassasiyet, Ýslamiyet’in tahrif edilerek; Hristiyanlýðýn ve Yahudiliðin bugünkü durumuna düþmemesinin tek teminatýdýr.
Din görevlisi namzetlerine pompalanan, “Siz de bir Ýmam-ý Azam olabilir, Kuran’dan hüküm çýkarabilirsiniz” telkinleri, Sünni Türkiye düþmaný emperyalistlerin amacýna hizmet etmektir.
Oysa, Ehl-i Sünnet hassasiyetini kaybeden bir Türkiye “ruhsuzlaþacak” ve Haçlý-Siyonist uþaðý Suudi Arabistan’dan farký kalmayacaktýr.