‘Başkalarının’ barışı ‘başkalarının’ Nobel’i

Yeni başlayan ‘çözüm süreci’ başarıya ulaşırsa, Türkiye’nin toplumsal barışının güçlenmesi önündeki engeller bir bir ortadan kalkacak. Türkiye’de ve Avrupa’da daha şimdiden Başbakan Erdoğan’ın Nobel barış ödülüne layık görülmesi’ Kürt sorununu çözerse Nobel’e aday olur yollu açıklamalar yapılması aslında çözüm hedefine her zamankinden daha yakın olduğumuzun da bir işareti.

Avrupalılar’ın Türkiye’ye karşı izledikleri politikayı ‘görevi ihmal, vazifeyi suistimal’ olarak tanımlayan, ‘kusurlarını ve kabahatlerini’ yüzlerine vuran, ama kapıları da açık tutan bir Başbakan’a Kürt sorununu çözse bile Nobel’i verirler mi, bu da ayrı bir mesele doğrusu.

Bir takım yol kazaları olabilir, ama Türkiye’nin er geç bu aşamaya geleceğine inananlardanım. Barış Türkiye’den uzak değil artık, öyle hissediyorum ki Nobel sanki ikinci kez kapımızda.

Lakin, Orhan Pamuk’un Nobel edebiyat ödülünü almasına sevinemeyenlerin Türkiye’sinde olduğumuzu da unutmayalım. O aşamaya geldiğimizde, medyada ‘Çözdü ama...’ diye başlayan yazılar okuyacağımız da muhakkak.

***

Orhan Pamuk Nobel’i aldığında sevinemeyenler, Başbakan  Erdoğan’a herhalde sevinecek değiller.

Ödülün Başbakan Erdoğan’a verilmesi, mukadder hale geldiğinde, bari tek başına almasın (!) diye bir ‘ortak bulma ‘arayışına girilecek. Şu Güney Afrika’yı filan anlatıp duran arkadaşlar, De Clerk ve Mandela’nın ödülü ortak aldıklarını hatırlatıp duracaklar.

Ama  ne başkalarının barışı ne başkalarının Nobel’i.. Türkiye’nin şartları çok farklı.

Türkiye ırkçı bir rejimle yönetilmiyor.

Başbakan Erdoğan’ın ise, De Clerk’e benzeyen hiçbir yanı yok. Başbakan  Mandela’nın tarihsel rolüne ve konumuna sahip bir lider. Devleti temsil ediyor, ama devletle sorunları olan Kürt vatandaşların da en çok güven duyduğu lider konumunda. Sonra Başbakan’ın temsil ettiği bugünkü devlet, De Clerk’in Güney Afrika ırkçı rejimine benzemiyor.

Mandela uzun hapislik yıllarında bütün dünyadaki adalet ve özgürlük taleplerinin simgesi haline gelmiş bir liderdi.

Daha hapishanedeyken, Uluslararası Nehru Ödülü (1979), Bruno Kreisky İnsan hakları ödülü (1981) Simon Bolivar ödülü (1983), Sakharov ödülü (1989) ve başkaca sayısız ödül almış bir liderdi Mandela. 

Gözlemciler kendisi ve de Clerk onuruna, Nobel ödülü münasebetiyle verilen akşam yemeğinde Mandela’nın zihninin o gece savaş yaralarına, kaybettiği mücadele  arkadaşlarının hatırasına takılıp kaldığını kaydederler.

O gece, iki lider, ödülü paylaşmanın hatırına birer konuşma yaptılar. 

***

İnsanlığa karşı işlenmiş suçlardan yargılanabilecekken, De Clerk’in dünyanın en prestijli barış ödülünü Mandela’yla paylaşmasının izah edilecek makul bir sebebi yoktu.

Mandela elbette uzlaşmadan yanaydı. Ama doğrusu, de Clerk’in kendisiyle beraber Nobel’e ortak edilmesini de içine sindiremiyordu.

Siyahi lider, Güney Afrika’nın ırkçı rejimden kurtarılması mücadelesinde hayatını kaybedenleri bir kez daha hatırladı.

De Clerk’ten, Nobel barış ödülü konuşmasında, ırkçılık ve yol açtığı sonuçlar hakkında bir şeyler söylemesini bekleyenler ise o gece hayal kırıklığına uğradı. Bu yollu beklentileri karşılayacak bir şey söylemedi de Clerk. Bir konuşma yaptı, ama bu konuya hiç değinmedi. Her iki tarafın hatalar yaptığını söylemekle yetindi.

Mandela ise, yüzüne birden bire yansıyan hüzün  dolu bir ifadeyle, Roben adasında mahkumlara her ne yapıldıysa en ince ayrıntılarına kadar anlattı.

Başbakan Erdoğan’ın Nobel Barış ödülü aldığını hayal etmek, gönlü barıştan yana olan herkesin içini umutla dolduruyordur sanıyorum.

Bu hayalin devam etmesini dileyelim. Bir Nobel daha gelsin Türkiye’ye. Ödül gecesinde Başbakan’ın yapacağı konuşmayı bile şimdiden merak edip duralım bence. Hiç mahzuru yok..