Bakanlar Kurulu dün ilk kez Beştepe’deki Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başkanlığında toplandı.
Ve beklendiği gibi, askeri darbelere tepki vermeyenler ‘tiran’, ‘padişah’, ‘gizli ajanda’ gibi demode kavramlarla dehşet saçtılar!
Bazıları toplantıyı gayri meşru ilan etme, bazıları Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasına fitne sokma derdindeydi.
Gül ile Erdoğan arasında tutmayan nifak, bu kez Erdoğan ile Davutoğlu arasında tutsun istiyorlar.
12 yıldır olmamış duaya ‘amen’ demekten bir türlü bıkmadılar.
***
Öncelikle; Cumhurbaşkanı Erdoğan, Anayasa’nın 104. maddesinde düzenlenmiş bir yetkiyi kullanıyor. Kaldı ki bu yetki ilk kez kullanılmıyor.
Daha önce Turgut Özal yedi, Cemal Gürsel, Fahri Korutürk ve Süleyman Demirel ikişer kez Bakanlar Kurulu’na başkanlık etmiş.
Teyakkuza gerek yok yani.
Ama elbette bunu öncekilerden farklı kılan nedenler var.
İlk kez halkın doğrudan seçtiği bir Cumhurbaşkanı’nın Bakanlar Kurulu’na başkanlık etmesi bunların en anlamlısı.
Gürsel ve Korutürk’ün askeri kökenli olması, koltuğun her ikisine de darbe ortamında sunulması, Demirel’in ise postal sesini her duyduğunda şapkasını alıp giden bir siyasi olması, son ‘başkan’ı diğerlerinden ayırıyor.
Erdoğan’ı diğer siyasilerden ayıran en temel özellik, darbe girişimlerini geri çevirebilme, vesayete direnme gücüne ve iradesine sahip olması çünkü. Bu özelliğiyle de cumhurbaşkanları arasında Gül ile birlikte en sivili.
***
Meclis eliyle seçilen cumhurbaşkanları da meşrudur kuşkusuz, milli iradeyi temsil eder.
Lakin: Hiç doğrudan halkoyuyla seçilen cumhurbaşkanı ile Meclis denklemi içinde, vekiller eliyle seçilen, ya da vesayet odaklarının baskı ve yönlendirmesiyle statükoya hizmet etsin diye ‘atanan’ cumhurbaşkanı bir olur mu?
Biraz da o yüzden, seleflerinin kullanmayı akıllarına getirmediği -bir tür ‘emanetçilik’ nedeniyle getiremeyeceği- anayasal yetkisini halktan onay almış ilk cumhurbaşkanı rahatlıkla kullanıyor bugün.
Üstelik bu kez olağanüstü şartlarda yapılmıyor toplantı. Gündem ne savaş, ne PKK terörü. Gündem, sorun çözücü politikaların, hizmetlerin devamı ve sistemin rehabilitasyonu.
Erdoğan’ın seçilmeden önceki ifadesiyle “Cumhurbaşkanı seçildikten sonra Başbakan’ın yetkilerini elinden alacak değiliz. Seçilmiş Cumhurbaşkanı, seçilmiş Başbakan ve Bakanlar Kurulu el ele verip hep birlikte Türkiye’yi uçurmak.”
***
Erdoğan gizli ajandasını devreye sokuyor, diyenlere ise Erdoğan’ın ‘Başkanlık veya yarı başkanlık sistemi benim siyasetteki arzumdur’ cümlesini ta 2003’te Başbakan olduktan sadece bir ay sonra ettiğini Sağır Sultan bir zahmet iletiversin.
Dolayısıyla 12 yıldır konuşuluyor. Erdoğan her defasında Türkiye için en uygun idari sistemin başkanlık sistemi olduğunu eğip bükmeden söylüyor.
Eğer seçilirse anayasal yetkilerini kullanacağını seçim sürecinde de defalarca dile getirdi. Bu beyanlar üzerine aldı yüzde 52 oyu ve ilk turda cumhurbaşkanı oldu.
Bakanlar Kurulu’nun Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanmasını Başbakan’ı pasifize etmek üzere kurgulanmış sinsi bir girişim olarak sunulması ise komik dahi olamayacak kadar zavallı bir iddia.
Davutoğlu sanki tesadüfen ya da Erdoğan’a rağmen başbakan olmuş, Erdoğan’ın ‘anayasal yetkilerimi kullanırım’ dediğini hiç duymamış gibi. Geçelim.
Türkiye, adım adım başkanlık sistemine gidiyor. Dünkü toplantı da yarı başkanlığın ilk fiili icrası sayılabilir. Bu yönüyle tarihidir, kaçınılmazdır.
Ama Türkiye’de Amerika’daki gibi başkanlık sistemine mi yoksa Fransa’daki gibi yarı başkanlık sistemine mi geçileceği önümüzdeki günlerde Meclis’in ve siyasetin nasıl şekilleneceğine, ortak aklın nerede oluşacağına bağlı.
Ama her şekilde bu değişiklik, anayasal çerçevede ve halkın iradesiyle olacak.
Yani seçimi Türkiye yapacak.
Başkanlık sistemine geçişi savunanlar için de itiraz edenler için de oyalanma değil çalışma zamanı o yüzden. Malum vakit daralıyor.
Ama o vakte kadar, seçim meydanlarında siyasi vaatlerde bulunan Erdoğan’ın sözünü tutması ve ‘farklı bir cumhurbaşkanı’ olması boynunun borcu.