Sayýn Baþbakanýmýz Erdoðan Almanya’yý teþrîf ediyor.
Bunu öðrenir öðrenmez bendeniz de soluðu Ýstanbul’da aldý.
Sebebi tabii ondan kaçmak deðil. Kendisine sempatiyle bakdýðýmý cümle âlem bilir.
Gerçi onun da þimdiye kadar bir hayrýný görmedik ama fark etmez... Ben vicdânýmýn sesini dinlerim...
Peki, o gelirken ben neden ayrýldým?
Çünki Türk-Alman münâsebetlerine dâir görüþlerimi zâten yýllardýr belirtip duruyorum.
Bu münâsebetler, öyle birtakým göz boyayýcýlarýn iddia etdikleri gibi mükemmel filan deðildir. Tam aksine öteden
beri problematikdir.
Ben bunu hep “Dört B Hattý” diye özetlerim:
BERLÝN-BELGRAD-BOÐAZÝÇÝ-BAÐDAT...
Bu muhayyel, ama adamakýllý da reel hat, 19. Yy.’dan bu yana iki ülke arasýndaki münâsebetlerin de ötesinde, bütün Balkanlar ve Önasya’nýn kaderi üzerinde mütemâdiyen belirleyici etkenlerden birini teþkîl etmiþdir.
Kýsacasý Berlin’in; Balkanlar ve Türkiye (Osmanlý Devlet-i Aliyyesi) üzerinden evvelâ Arabistan’ýn petrol kaynaklarýna ve müteâkýben de Hind Okyanusu’na açýlýp bir cihanþümûl kudret olma planlarýný...
Diyeceksiniz ki bunlar çokdan
geride kaldý!
Geriye bakarsanýz geride kaldý ama zahmet edip kafanýzý ileriye çevirirseniz görürsünüz ki oradan da size el ediyorlar.
Bu tür meseleler öyle ha dediðinizden geride kalmaz!
Þimdi denilebilir ki yâni Almanya tekrar bütün bu devâsâ Alt-Kýtada belirleyici güç olmayý mý hedefliyor?
Vallâhi, neyi hedeflediðini bilemem, bana sormadýlar; ama bütün bölgeden ABD’nin usul usul çekilmekde ve yerine kimin geçmekde olduðuna bir göz atarsanýz ortalýkda bâzý -nasýl söylesek?- þeylerin þey etmekde bulunduðunu sizler de þey edersiniz.
Demek ki her þeyin bir þeyi
þey oluyor...
Yâni herþey þey edecek, siz de karþýdan þey edeceksiniz!
Yok öyle þey!
***
Hiç yazmadýysam beþ kere yazmýþýmdýr; þu “kâr” ve “keþ” eklerini artýk karýþtýrmakdan vazgeçseniz, Arkadaþlar!
Adam olana bir kere söylenir!
“Kâr” takýsý “yaptýran, etkileyen” anlamýna gelir!
“Keþ” ise “çeken” demekdir!
Onun için “cefâkâr” dediniz mi “cefâ çektiren” demiþ olursunuz!
Eðer “cefâ çeken” demek istiyorsanýz “cefâkeþ” yazmanýz gerekir!
“Mihnetkeþân” gibi... Mihnet
çekenler...
Tabii bunu eski harflerle yazýnca “mihnet-i Keþan” (Keþan’da çekilen sýkýntýlar) þeklinde okumak da mümkindir.
Onun için yeni harfler geçmemizin faydalarý da dokunmadý deðil; neme lâzým!
SONUÇ:
“Cefâkâr Türk iþçisi” denilmez!
Eðer “cefâkeþ Türk iþçisi” demek istiyorsanýz, lütfen, “cefâkeþ Türk iþçisi”
yazýnýz!
Bakýnýz “esrarkeþ” (esrar çeken) yerine de “esrarkâr” demiyorsunuz!
Þu Türkçeyi öðrenin artýk!
Bunlara her hatâ için altý ‘ay meslekden men’ cezâsý vermeli ki ortalýk ferahlasýn ve bizler de nihâyet bildiðimizi okuyalým! Yâni yazalým!
Bizler dediðim de iþte ben... ve þimdi adlarý hemen aklýma gelmeyen öbür arkadaþlar... dilimin ucunda ama...
Hem her Allâhýn günü kâinâta ayar veriyoruz hem de kendi söküðümüzü dikmekden âciziz!
Biri dönüp de “Kardeþim, sen önce Türkçe öðren de ondan sonra sütun yazmaya baþla!” dese ne cevab vereceðimizi doðrusu merâk ediyorum.
Daha doðrusu merak filan etdiðim yok; suali duymazlýkdan geleceðimizi adým gibi biliyorum!
Biz öyleyizdir; iþimize gelmeyen soruyu iþitmemekde üzerimize yokdur!
Meselâ ben onyýllardýr hep sorar
dururum: “Eugénie Grandet kiminle
evlenecek?”
Cevab koskoca bir týsss!
Bu arada kýzýn yaþý da geçiyormuþ, kimsenin umurunda deðil!
Çünki bencillik diz boyu; herkes sýrf kendini düþünüyor, diyelim ki beni düþünen benden baþka kimse yok!
Ondan sonra da diyorlar ki hep
kendini düþünüyorsun!
E, baþka kimse beni
düþünmezse?