Başörtülülerin kamusal alana girişinin yasak olduğu, kamusal alanın az daha zorlansa sokağı da kapsayacağı, başörtülü kızların okul nizamiyelerinden içeriye ancak başörtülerini çıkarmak suretiyle girebildikleri, yaşayanlar için 1000 yıl kadar uzun süren bir dönemi çok şükür geride bıraktık. O yıllara denk gelmeden lisans eğitimimi tamamlayabilmiş ancak diplomamı okuldan içeriye giremediğim için alamamıştım. Mezun olurken verdikleri diploma yerine geçen mezuniyet belgesiyle iktifa ettim. Lisans diplomam hala Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ndedir. O günlerde, öğrenci işleriyle kapıdaki güvenlik arasındaki 100 metreyi başımdaki örtüden dolayı aşamamış ve diplomamı alamamıştım... Kendi hikayemle sıkmak istemem kimseyi, zira hikaye bile denmez buna, okul ve meslek hayatı biten, gelecekleri ellerinden alınan, maddi ve manevi olarak telafisi imkansız zararlara uğratılan binlerce genç kızınkinin yanında...
Bu öyle bir yasaktı ki, bir yolunu bulup yasağı ihlal etmenize, kendi “patikanızı” kurmanıza bile müsaade etmeyen bir yasak. Çoğaldıkça çoğalan, devletten özel sektöre sirayet eden ve giderek “başı örtülü kızların bizatihi kendilerinin bir sorun olarak algılanmasına” yok açan bir yasak. Her gördüğünüzde yaşadıkları zulmü hatırlama ve bunun karşısında bir şey yapamama duygusu, savunma mekanizmalarımızın da yardımıyla başörtüsü sorunu “başörtülüler sorununa” dönüştürdü. Hepsi birden melek olup göğe yükselseydi de bu sorun böylece çözülseydi, herkes rahat edecekti. Ama olmadı, “mücahide” olan bacılar ne melek olup arşa intikal etti ne de yasak onların kökünü kuruttu. “Yasak bölgelerde” başını açanlar da yasağın hukuksuzluğunu her an insanların gözüne sokan birer eylem figürüne dönüştü. “Şapkalı başörtülüler”, “peruklu başörtülüler”, en az “başörtülü başörtülüler” kadar rahatsız ediciydi! Meşhur 28 Şubat kıydı geçirdi ama tüketemedi başörtülüleri.
657’nin hazım sorunu
Yeni bir evreye geldik sonra, sütten ağzı yanan siyasetçilerin başörtülüleri üfleyerek gündemlerine aldıkları, siyasetin merdiven altı sorunu olarak kaydı kuydu tutulmadan, sigortası yapılmadan, insan içine çıkarılmadan taşeron şirketlerde çalıştırıldıkları, çok sabır isteyen ebru-hat-tezhip kurslarında dervişlik yapan, bütün İSMEK sertifikalarını boynuna asan başörtülü kızlarımız oldu. Evlenip çoluk çocuğa karıştılar.
Aralarında bizim “Yeterullah” dediklerimiz de vardı bizden bir iki kuşak önceki “sakıncalı başörtülülerden”. Nilüfer Göle’yi cebinden çıkarabilecek donanımlarıyla belediyenin arka sıralarında evrak işi takibi yapıyorlar. Haaa onlara bakıp homur homur homurdananlar da var, belediyelerde kadrolaşıyor AKP diyerek. Diyenlerin yüzüne gözüne dursun, ne diyeyim.
90’ları Batı’dan Doğu’dan ne bulduysa okuyarak geçirmiş İslamcı gençlik için çalışabilecek yerler hayli sınırlıydı, tesettür mağazalarında tezgahtarlık yapabiliyorduk bir de sayıları bir tek elin parmaklarını geçmeyen, o zamanlar adı “İslami medya” olan yerlerde çalışabiliyorduk... Şimdi basında çalışan 5-10 başörtülüye bakıp “Aaaa başörtüsü sorunu mu kaldı canım” diyenler de var, biliyoruz, görüyoruz ve gülüyoruz!
Başörtüsü yasağı, okulda da, mahkeme salonunda da, özel sektörde de hastanede de Meclis’te de, saydırmayın hepsini, çok büyük ayıptır, hesabı verilemeyecek kadar büyük bir günahtır, insan hakları terminolojisiyle de söyleyelim, ayrımcılıktır!
Ama bir arpa boyu yol aldık mı? Evet aldık!Başörtülüler sabır taşı, sokağa indiklerinde de en fazla el ele tutuşma eylemi yaptılar. Canlı bomba olanına rastlamadık hiç.
Bu yüzden aceleye gerek yok! Yoğurdu üfleyerek yemeğe devam!
Sözlerim yanlış anlaşılsın istemem, kızgınlıkla söylemiş değilim. Bizi üniversitelerdeki başörtüsü yasağından “kamuda başörtüsü”nü konuşma noktasına getirenin “konuya üfleyerek yaklaşma siyaseti” olduğunu düşünüyorum. 657’nin başörtüsünü hazmedeceği günler yakında!