‘Batıdakileri seyrediyoruz televizyonlardan’

Yukarıdaki cümleyi Hakkari Çukurca’ya bağlı Uzundere (Ertuş) Köyü’nden Halis Amca (65) söyledi. Köyleri 1995 yılında güvenlik sebebiyle boşaltıldıktan sonra 700 ailenin bir kısmı Van’a, diğer kısmı ise Yüksekova’ya zorunlu göç yaşamışlar.

Doğu Anadolu Heyeti olarak her iki göç mekanını da ziyaret ettik. Van Yalım Erez mahallesinde 450 civarında aile kalıyor, dönemin OHAL şartlarıyla tahsis edilmiş evleri. Sosyal Hizmetler Müdürlüğü ciddi destek sağlıyor. Lakin, göç sonrası yaşanan sosyal krizlerin yanısıra, tapu sorunları ve yoksulluk da eşlik ediyor dertlerine. Halis Amca, “Ne olur çayımızı için, mahcubum sofra kuramadığıma” diyor yutkunarak. Her sabah düzenli olarak amele pazarına gidip bu yaşta yevmiye derdinde olduklarını anlıyoruz o konuşurken. “18 yıldır köyümüze hasretiz, buraya sıkışıp kaldık” derken gözleri bulutlanıyor. Hazırladıkları raporu bizlere sunarken köyünden bahsetmeye başlıyor birdenbire... Ceviz ağaçlarını şöyle bir kucaklasan kolların yetmezmiş, kökleri 9 metreye varır dalları gökleri tutarmış... Ya köyünün taşları? Köylerinde çok güzel taşlar varmış, şöyle bir gitse de üzerlerine çıkıp ağaçlara doğru baksaymış. Ya babasının mezarı, 18 yıldır taşına sarılıp da fatiha okuyamadığı babasına hasret. Bir çocuk gibi sessizce ağlıyor bunları anlatırken... Heyete rapor hazırlamış gençlerse konuyu dağıttığını düşünüyorlar sanırım, kıpır kıpır heyecanlılar. Oysa ben aynı anda Halis Amca’nın epey çökmüş yüzünden kahırlı çizgilerinde halen bekleşen çocukluğuna gidiyorum. Köyü boşaltılır, ağaçları yakılır, insanları sürülür ama çocukluğu insanın, nereye giderse gitsin onunla kalır...

Halis Amca konuşmaya devam ediyor, bizimle mi kendisiyle mi bilmiyorum. “Bazı geceler Allah affetsin Rabbime diyorum ki, keşke böyle Batılarda bir yerlerde dünyaya gelseymişim. Bu başımıza gelenleri yaşamazdık o zaman. Ama işte Rabbimiz de bizi bu topraklardan halk eylemiş. Misal Trakya’nın toprağından yaratılmış olsaydık, o zaman bize de Türk derlerdi. Hatta bazen öyle canıma yettiği oluyor ki tövbe estağfurullah Almanya’da doğsaydım belki gavur derlerdi ama böyle dışlanmazdım, Kürtlerin Müslüman olduğunu, kardeş olduğumuzu unutuyorlar. Yani bizi de Allah yaratmış yahu... Batıdakileri seyrediyoruz televizyonlardan ” diyor.

***

NOT DEFTERİMDEN: Batı/Doğu ikilemini çok kabataslak, genelci bir yaklaşım olarak buluyordum Doğu Grubuyla yola çıkmazdan evvel. Ne ki yolun bana ilk öğrettiklerindendir, bizler Doğudan nasıl gözüktüğümüzün farkında değiliz. Sabahtan akşama kadar magazin ve eğlenceyle yıkılan televizyonlarımız, ünlülerin, yıldızların sürdüğü limitsiz hayat, çılgın reklamlar, konaklarda süren diziler eşliğinde akan o sanal dünya... Herkesin gökdelenlerde yaşayıp, herkesin kibirli birer CEO, herkesin kızı yaşındaki sevgilisiyle evlilik dışı çocuk yapmak peşindeki birer inşaat devi olduğunu mu zannediyorlar yoksa? Ne zannettiklerini bırakalım, neyiz ve nasıl gözüküyoruza bakalım... Köyü imha edilerek, varlığı ve onuru reddedilerek hayat gailesine gark olmuş bu insanların nazarında hangi anlamları fişekliyoruz acaba? Televizyonlarımızda sergilenen yaşamlar Sadom ve Gamore’yi andırıyor Ertuş’tan bakınca. “Öyle değiliz Halis Amca” diyorum, sesim kalabalıkta yok oluyor...

***

1995’te Ertuş’tan Yüksekova’ya zorunlu göç edenlerse daha güç şartlarda, iskan edildikleri yer daha çok mezra veya kamp görünümünde, elektrik ve su sıkıntılarını dile getiriyor ellerindeki ışıldaklarıyla bizlere gülümseyen kadınlar. En çok çocuklar seviniyor geldiğimize, “Ne olur bu gece bizimle yatın” diyerek boyunlarımıza sarılıyorlar. Doğu Grubunun mütemmim cüzü Milliyet’ten Ceren Büyüktetik fotoğraf makinesini çocuklara veriyor... İki dakikalığına yer değiştiriyoruz Ertuşlu çocuklarla.