Batı’nın asıl hasmı Türkiye mi?

Biz aynı havayı ABD’nin Irak’a yapacağı müdahaleden önce solumuştuk... Değil mi?

Müttefikimiz Amerika, Irak’a müdahale edecek, Saddam’ı devirecek, bölgeye demokrasi getirecekti. Değil mi?

Merkez medyamız günlerce haritalar, şemalar, savaş planları, fizibilite raporları yayınlamıştı; “Bu noktadan vuracak... Şu hedefleri bombalayacak... Şu bölgeden çıkarma yapacak. Saptanmış bütün hedefler imha edilecek...”

Haritalar üzerinden renkli oklar, maket uçak resimleri, patlangaç üzerinde “WARR” yazıları...

Suriye’ye müdahale ihtimali belirince haritalar çıktı, şemalar sayfalarda özenle yerini aldı, renkli taarruz okları vurulacak hedefleri göstermeye başladı...

Ne çok savaş heveslisi varmış memlekette...

Ne çok müdahale muhibbi...

Üstelik Türkiye’nin Suriye politikasını yanlış bulan, Şam’da bir batağa saplandığımızı öne süren arkadaşlar bunlar.

Hepsi “müdahale”nin ve Amerika’nın yanında hizalandılar; “Amerika, Irak’a hangi demokrasiyi ve düzeni götürdü ki, Suriye’ye de onu götürecek? Bütün hesap, İsrail’in bölgedeki gücünü (varlığını) tahkim etmek değilse, ne?” diye sorma gereği bile duymadılar.

Türkiye, Esed’siz bir çözümden yanaydı.

Bunun için, muhaliflerin güçlendirilmesini savunuyordu.

Hatta, muhaliflere destek vermiş, bir anlamda elini taşın altına koymuştu. Sonra da, istikbalde “kazançlı” çıkmasın, bölgede nüfuzunu artırmasın diye refüze edilmişti. Yani, Lavrov ve Kerry’nin Esed’li çözüm konusunda mutabık kalmasıyla, bizzat müttefiki tarafından satılmıştı.

Olası müdahale, Esed’in varlığını korumayı; bölünmüş ve kolu kanadı kırılmış bir Suriye yaratmayı öngörüyor.

Kolonyel hesap işliyor sizin anlayacağınız...

Konuyu, daha önce (öngörülerinin çoğuna katılmadığımı belirttiğim rahmetli Attila İlhan’a gönderme yaparak) birkaç kez gündeme getirmiştim. Hani, Kemalizm’i anti-batı temelinde (kendince) “yeniden” yorumlayarak, oradan yeni bir “çağdaşlaşma” modeli süzmeye çalışan şair-mütefekkir... Bu konuda saçmalamıştır.

Şiirleri iyidir ama romanları kötüdür.

Mütefekkir yönüne gelince...

Kemal Tahir ve Cemil Meriç’ten sonra, “Batıcılık” (Batılılık) olgusuna ciddiyetle eğilen, bu konuda isabet yüzdesi yüksek yazılar yazan neredeyse tek isim...

Bakın, yıllar öncesinden nasıl bir manzara çizmiş rahmetli: “Batı’nın (‘Sistem’in) vakti XIX. yy. boyunca sömürge (koloni) savaşlarıyla geçiyor; o zaman düşmanı ya Kızılderililer, ya kara derililer, ya da sarı derililerdir. Batılı, beyaz ve hıristiyan olmayanı o dönemde adamdan saymıyor; onları yok ediyor, topraklarına el koyuyor, medeniyetlerini darmadağın ediyor...”

(....)

“II. Dünya Savaşı ertesinde Batı yeni ‘düşmanını’ öteki ‘totaliter’de, yani eski müttefiki Sovyetler Birliği’nde, onun temsil ettiği anti-kapitalist düzende buldu. Bu çatışmayı, atom silahlarının dehşet dengesi sayesinde yeni bir dünya savaşına çevirmediyse de, ‘Soğuk Savaş’ o dengeyi korumanın gerektirdiği silahlanma (Arada çıkarılan yöresel savaşlar: Kore, Vietnam, Çin vs.) silah fabrikatörlerinin yüzlerini güldürmekte devam ediyordu.”

(....)

“Sistem’in açıkça ilan edilmiş ya da edilmemiş yeni savaşlara, ‘yeni düşmanlıklara’ ihtiyacı vardır. İran, batı için bir savaş odağıdır; ihtilaf hanidir sürüyor. Ya Irak? Irak Batılı koalisyonun resmen hasmıdır, ona karşı savaşılmıştır; şu anda kıskıvrak bağlanmış, hâlâ baş eğmediği için de ‘ambargo’ ile birlikte yeni türden bir ‘Sevres’ dayatılmıştır.”

(....)

“Peki, Libya’ya ne demeli? ABD uçakları Libya’yı bombalamış, Akdeniz’de sinek uçsa kabahatli olarak Libya gösterilmiştir. Son seçimlerden sonra Cezayir, ondan önce Sudan, bu arada Somali, hatta Afganistan Batı’nın (‘Sistem’in) potansiyel düşmanları arasında yer alıyorlar. Fark ettiyseniz, saydığım ülkelerin hepsi ‘radikal’ değil, ama hepsi Müslüman... Sistem, ‘radikallik’ bahanesiyle bu defa en eski ‘hasmına’, yani Müslümanlığa takmış olmasın. Buradan yola çıkarak, ‘küreselleşme’ çağında Batı’nın kendine seçtiği yeni düşmanın kim olacağını anlamak zor değil.”

Yorum?

Yorum yok...

Her şey tabiri amiyane ile “kabak gibi” ortada değil mi?