Batı’nın yeni hasmı Türkiye mi?

Fransa Cumhurbaşkanı Hollande, “Bu iş Avrupa’nın 11 Eylülü’dür” düşüncesine yatanların elindeki malzemeyi “şimdilik” aldı. 

Batı’da çok sayıda taraftar bulan bir düşünceydi bu.

İçeride de (yani Türkiye’de de) müntesipler bulmuştu.

Beyaz Türkler, bir kısım Kemalistler, bazı CHP’liler, paralel örgüt mensupları, bazı Wolfowitz severler üzüldüler duruma...

Onlara sorarsanız, “İslam eşittir terör” denklemi kurulmalıydı... Cihatçı İslam’ın fenalıkları sıralanmalıydı... Dinlerarası diyalogun önemi vurgulanmalıydı... El Kaide, İhvan, Hamas aynı terör torbasına konulmalıydı... Bu terör oluşumlarıyla Türkiye arasında irtibatı kurulmalıydı... Ayakkabı kutusuna göz yuman zihniyetin elbette terör üreteceği söylenmeliydi... Vs.

Hollande, “Hayır kardeşim, bu işin İslam’la ilgisi yok. İfade özgürlüğüne yapılmış bir saldırıdır bu...” dedi ve konu “şimdilik” kapandı.

Kapandı mı acaba?

Huntington’u (ve ünlü tezini) hatırlayalım.

11 Eylül saldırısının hemen ertesinde yeniden gündeme gelmişti.

Huntington, dünyanın kötülüklerden “tamamıyla” temizlenmesi için medeniyetler arası bir savaşın kaçınılmaz ve elzem olduğunu söylüyordu.

Bir  “dinler savaşını” öğütlüyordu yani.

Türk medyası, Türk entelijansiyası, hele de ABD’ye serenat yaparak geçinen Türk aydını görmek istemese de, sağduyu sahipleri, Huntington’un tezinde, dünyadaki yeni kolonyal sürecin (hesabın) ipuçlarını bulmakta gecikmedi.

Amerika, 11 Eylül saldırısından sorumlu tuttuğu Afganistan’ı işgal edecek, “kötülüklerle” savaşacak, dolayısıyla bölgeye demokrasi gitmiş olacaktı.

Dönemin ABD Başkanı George W. Bush’un, “Savaşımız uzun sürecek ve Afganistan’la sınırlı kalmayacak, bu bir Haçlı seferidir” sözleri, bu hesabın, örtük biçimde de olsa, “dinler savaşı” ekseninde yürütüleceğini gösteriyordu.

Nitekim öyle oldu.

Savaş Afganistan’la sınırlı kalmadı. Aynı motivasyonla Irk işgal edildi.

Soru şu:

Hollande’nın manevrasıyla kapanmış gibi görünen konu, başka “hasımlar” üzerinden yeniden açılır mı?

Attila İlhan bu soruya yıllar öncesinden kendince bazı cevaplar bulmuştu.  Ortada ne Usame var, ne İslam terörü tartışmaları, ne de 11 Eylül saldırısı...

Okuyalım:

“Batı’nın (‘Sistem’in) vakti XIX. yy. boyunca sömürge (koloni) savaşlarıyla geçiyor; o zaman düşmanı ya Kızılderililer, ya kara derililer, ya da sarı derililerdir. Batılı, beyaz ve hıristiyan olmayanı o dönemde adamdan saymıyor; onları yok ediyor, topraklarına el koyuyor, medeniyetlerini darmadağın ediyor...” 

(....)

“II. Dünya Savaşı ertesinde Batı yeni ‘düşmanını’ öteki ‘totaliter’de, yani eski müttefiki Sovyetler Birliği’nde, onun temsil ettiği anti-kapitalist düzende buldu. Bu çatışmayı, atom silahlarının dehşet dengesi sayesinde yeni bir dünya savaşına çevirmediyse de, ‘Soğuk Savaş’ o dengeyi korumanın gerektirdiği silahlanma (Arada çıkarılan yöresel savaşlar: Kore, Vietnam, Çin vs.) silah fabrikatörlerinin yüzlerini güldürmekte devam ediyordu.” 

(....)

“Sistem’in açıkça ilan edilmiş ya da edilmemiş yeni savaşlara, ‘yeni düşmanlıklara’ ihtiyacı vardır. İran, batı için bir savaş odağıdır; ihtilaf hanidir sürüyor. Ya Irak? Irak Batılı koalisyonun resmen hasmıdır, ona karşı savaşılmıştır; şu anda kıskıvrak bağlanmış, hâlâ başeğmediği için de ‘ambargo’ ile birlikte yeni türden bir ‘Sevres’ dayatılmıştır.” 

(....)

“Sistem, ‘radikallik’ bahanesiyle bu defa en eski ‘hasmına’, yani Müslümanlığa takmış durumda. Buradan yola çıkarak, ‘küreselleşme’ çağında Batı’nın kendine seçtiği yeni düşmanın kim olacağını anlamak zor değil.”