Bayrak provokasyonu ve Çözüm Süreci

Bir sıkışma anı yaşanıyor şu an. Her şeyin aynı anda bir arada olduğu ve hızla yer değiştirdiği bir “hal”den geçiyoruz. Herkesin canı burnunda. 

Bir buçuk yıldır süren ama yaşanan onca olaydan dolayı (Gezi ve 17-25 Aralık darbe girişimleri, 30 Mart seçimleri, Soma faciası...) bir anlamda sürüncemede kalan Çözüm Süreci’ne yeniden öncelik verilmişti ki tansiyon hızla yükseltildi.

Olgular algılar duygular karıştırılmak istendi.

***

PKK’dan çocuklarını isteyen anneler tam Türkiye’nin yüreğini dağ gerçeğine karşı yumuşatmıştı ki, PKK-HDP hattından son derece hoyrat açıklamalar geldi, buz kestik.

Hükümet süreçte yeni bir evreye geçildiğine dair çok güçlü cümleler kurmuştu ki, kalekol protestolarına önce şiddet sonra kan bulaştırıldı, kaskatı olduk.

İmralı’dan “provokasyonlara dikkat, önemli bir evredeyiz, barış için kararlılığımız sürüyor” mesajları geliyorken bile örgütün legal-illegal kolları tabanlarına ve liderine kulağını tıkadı, bir avuç bitik sol-liberalin sözüne uydu, şaştık kaldık.  

Sonra da bu bayrak provokasyonu...

Suça itilmiş bir çocuk direğe tırmandırıldı ki, çocuk vurulursa Kürtler, vurulmazsa Türkler kışkırtılacak nihayetinde tansiyonu zaten hayli yükseltilmiş olan Türkiye kalp krizi geçirirken Çözüm Süreci sizlere ömür olacaktı.

Böylece çatışmalar yeniden başlayabilir, tabutlar ülkenin dört bir yanına yeniden dağılabilir ve sönmeye yüz tutmuş 30 yıllık yangın harlanabilirdi.

Şükür ki olmadı. Provokasyonun yaşandığı andan itibaren her kesimden tepkiler geldi. İmralı ve HDP dahil. Bayrağın en büyük ortak payda, değerli bir birleştiren olduğu -bir de böyle- test edilmiş oldu.

***

Tansiyonun bunca yükselmesinin çözüm süreciyle yakından ilgili iç-dış pek çok nedeni var kuşkusuz. Ama bayrak provokasyonunun yaşandığı gün İran Cumhurbaşkanı Ruhani’nin 18 yıl aradan sonra Türkiye’de bulunmasının, iki ülke arasında ilk kez “yüksek düzeyli stratejik işbirliği” toplantısı yapılıp anlaşmalar imzalanmasının da etkisi var.

İran’ın bölge sorunlarına katkısı da, Kandil üzerinde oluşturmaya çalıştığı baskı da malumken, bu ziyaretin Çözüm Süreci’ne olumlu yansımalarından hoşlanmayanların ön almak istemesine şaşırmak gerekir mi?

Keza, Kürt petrolünün Türkiye üzerinden dünya pazarına açılıyor olmasının sonuçlarına. Ya da katil sürüsü IŞİD’in Musul’a girmesine, girer girmez hapishanelerdeki 2 bin 700 hükümlünün salıverilerek Suriye’deki cinnetin tüm bölgeye yayılmak istenmesine.

***

Sınırlarımızın hemen ötesinde bu kadar büyük bir yangın varken, cinnet hali veba salgını gibi yayılıyorken, hem bunları görmeyip hem de pek güvenli pek steril ortamlarda kaos amaçlı yıkıcı eleştiriler yapmanın siyaseten ve ahlaken ciddiye alınır tarafı var mı?

Başkalarının evlatlarını ateşe sürerek “Hükümet otoriterleşti canım, Türkiye son 50 yılın en feci dönemini yaşıyor, şiddet şart, durmayın Kürtler, davranın Aleviler... bık bık” etmenin?

Bu sorumluluğu taşıyan siyasetçilerle, taşımayan siyasetçiler, meseleyi dert edinenlerle şahsi hesaplarına malzeme edenler çözüm sürecinde şak diye ayrıldı aslında birbirinden.

Kendilerine itibar edilmemesinden, seçimlerde oy verilmemesinden, sözlerine analizlerine güvenilmemesinden şikâyet ediyorlar ya, haklarıdır esasen. Gördükleri muamele, ellerinin emeğidir.

Yüzyıldır süren, otuz yıldır can alan ve eğer çözülmezse daha çok canlar yakacak bir meseleye dair ana muhalefet liderinin ilgisi, kendi partisinin öneri listesini bile hatırlamasına izin vermeyecek seviyedeyken hangi anne baba evladının geleceğini teslim edebilir bu şuursuzluğa?

Esasen ülkenin sorumlu siyasetçilerinin ve feraset sahibi toplumunun benzeri lüzumsuzluklarla, ucuz provokasyonlarla kaybedecek hiç zamanı yok.

Kurtarılacak hayatlar, çözülecek sorunlar var çünkü.

Bunu başaracak siyasi akıl, sorun çözme iradesi, kapasitesi ve özgüveni var şükür ki bu ülkede.

Provokasyonlara, mızmızlıklara, paralel maşanın tuzaklarına pabuç bırakılacağını sananlar sadece kendilerini kandırıyor, bu toplumu hiç tanımıyor.