‘Ben demiştim’ korkaklığı!

Ortadoğu ve Suriye üzerinden bataklık benzetmesi yapanlara en güzel cevabı Yıldıray Oğur vermiş aslında. ‘Suriye bataklığı deyip durduğunuz yerde sinekler değil insanlar yaşıyor, bilmem farkında mısınız?’

Vicdanlara seslenmenin bundan daha sarsıcı bir özeti olamazdı herhalde. Hele de bir zalimin zulmünden kaçıp bize sığınan insanlara saldıracak kadar alçalanlara.

Hatay-Reyhanlı’da gerçekleşen korkunç saldırı, Türkiye’de nasıl tehlikeli bir ayrışmanın yaşandığını gözler önüne serdi. Kendi ülkesine bir başka ülke eliyle yapılan saldırıyı neredeyse ‘oh olsun’ kabilinden değerlendirenlerin varlığını bir kez daha ibret ve hayretle izledik.

Dün Almanya Berlin’deki yeni büyükelçilik binamızdan, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun değerlendirmelerini TRT Türk ekranlarına taşıdık. Yerli ve yabancı pekçok televizyon, bu açıklamalara aynı anda yer verdi.

Bakan Davutoğlu saldırıların failleri hakkında hiç sözü dolaştırmadı: ‘Banyas katliamını kim yapmışsa dünkü saldırının arkasında da onların ayak izleri var. Bu izleri tespit etmeye çalışıyoruz.’ Davutoğlu, daha önceki saldırıların ve benzeri hadiselerin ardından yaptığı ‘Kimse Türkiye’nin gücünü test etmeye kalkışmasın’ sözünün karşılıksız olmadığını da örnekleriyle ifade etti.

Evet, Ahmet Davutoğlu’nun ifade ettiği gibi izler belli olmasına belli de, bazı izlerin kimin izine karıştığı konusu hayli can sıkıcı. Türkiye’yi bu kadar örtülü operasyona maruz kılan asıl sorun, kendi içinde yaşadığı ayrışma ne yazık ki.

Belli bir kesim ısrarla ve inatla Türkiye’nin bölgede ve küresel ölçekte sahip olduğu güce ve yükselişe direniyor. Bu yükselişin kendi çıkarlarını sarstığı ve daha da sarsacağı korkusuyla hareket ediyor. Sonuç, karşımıza çıkan her hadisede ‘Biz demedik mi, Ortadoğu bataklığına girerseniz sonuç böyle olur’ diyen bir koroyla karşı karşıya kalıyoruz.

Unutmayalım. Yaşadığımız coğrafyanın derin ve kronik sorunlarını üreten, ortaya çıkaran ve kodlarını yazan Türkiye değil. Dün de değildi, bugün de değil, yarın da olmayacak. Olup bitenin faturasını Türkiye’ye kesmek düpedüz ahlaksızlık.

‘Türkiye’de terör var, gücümüz yetmiyor, milli gelirimiz şu düzeyde, standartlarımız bu düzeyde, Avrupa kapılarında bekliyoruz’ diyenler, şimdi ortaya çıkan yeni tabloyu ve güç dengesini ya anlamıyor, ya anlamazlıktan geliyor yahut bunun getireceği değişimin korkusuyla sağa sola saldırıyor.

Ne tarihimize, ne kültürümüze, ne değerlerimize, ne de insanlığımıza sığar mı ki bize canını, malını, çoluk çocuğunu emanet eden insanlara sırtımızı dönelim. Bu ne aymazlık, ne utanmazlık, ne pişkinliktir ki bir de onlara saldırmayı meşru sayalım!

Kim ne derse desin, biz büyük bir devletiz. Barışı kendi içimizde ve coğrafyamızda sağlamak için büyük ve güçlü olmak zorundayız. Faturası ağır, riski büyük. Ama inanın bunu yapamazsak ödeyeceğimiz bedel çok daha büyük.

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Reyhanlı’daki olaylar hakkındaki şu değerlendirmeleriyle bitirelim:

‘Bizi, Türkiye’yi Suriye’deki kanlı bataklığın içine çekmek için yapılan her provokasyon karşısında soğukkanlı olmak zorundayız. Türkiye’nin sabrı, soğukkanlılığı adete test ediliyor. Suriye’deki mesele AK Parti’nin Tayyip Erdoğan’ın meselesi değil Türkiye’nin, milletimizin meselesidir. Düşürülen uçak AK Parti’nin uçağı değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin uçağıdır. Şehit edilen polisler Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin polisleridir. Alçakça katledilen masum insanlar Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarıdır. Saldırı sonrası hükümeti suçlamak fırsatçılıktır. Bugün ‘Ben demiştim’ diye ortalıkta böbürlenme günü değildir. Bu saldırılar Suriye politikamıza yönelik değil, büyüyen bir Türkiye’ye yönelik saldırılardır.’