Ben senin yerinde olsam sokağa bile çıkmazdım!

Hüseyin Aygün, yumruklu saldırıya uğrayan Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’a “sonun iyi olmaz” diyor.

Ne olur?

Bu defa yumrukla iktifa edilmez, başka bir çare mi düşünülür?

Daha “cebri” yöntemler mi bulunur?

Darağacı seçeneği mi devreye sokulur?

Ne olur?

Hüseyin Aygün, üstelik, bu tehdidi, “diktatör” sıfatını uygun gördüğü kişinin yardımcısına yöneltiyor...

Bir diktatörlükte (örneğin, tek parti döneminde) yaşasaydı, bir Başbakan Yardımcısı’yla bu üslupla konuşabilir miydi?

İsmet Paşa’ya “faşist diktatör” diyebilir miydi?

İşaret yöntemiyle Başbakanlığa kurulmuş Recep Peker’i, “sonun iyi olmaz” diye tehdit edebilir miydi?

Hüseyin Aygün, daha önce defaatle yazdığım gibi, CHP Tunceli milletvekilidir.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun da halaoğludur.

Hani, “Ben bir sosyalistim... Dersim üzerine araştırmalarımla tanınıyorum. Başınızı ağrıtmayayım sonra” diyerek Kemal Kılıçdaroğlu’nun milletvekilliği teklifini elinin tersiyle iten yahut “iter gibi” yapan, “Biz seni olduğun gibi kabul ediyoruz” sözü üzerine de Meclis’e girmeye tamah eden “dobra” arkadaş...

Bu dobralığın yerinde yeller esiyor şimdi.

Milletvekili seçildikten sonra hem üslubunu, hem de ahlakını bozdu.

Neredeyse her cümlesi “faşist diktatör” diye başlıyor.

Her cümlesi tahkir...

Her cümlesinde nefret suçu...

Biz, gerçekten de, Hüseyin Aygün’den, “Dersim” konusunda girişimler bekliyorduk; “olduğu gibi” kabul edildiğine göre, “bu meseleyi parlamentoya taşır, en azından bir ayıbın temizlenmesine katkıda bulunur” diye düşünüyorduk.

Bu ayıp, Dersim’de dahli olmayan AK Parti hükümeti tarafından temizlendi. Başbakan Erdoğan çıktı, “Devlet adına Dersimlilerden özür diliyorum” dedi ve geriye doğru yapılacak muhakemenin (yahut hesaplaşmanın) kapılarını araladı.

Hüseyin Aygün ne yaptı?

Devletin (yani CHP’nin) Dersim ayıbını temizleyen Erdoğan’a “faşist diktatör” diye saydırmaya başladı.

Erdoğan diktatörse, Dersim katliamında parmağı bulunan tek parti yöneticilerini nasıl adlandıracaktık?

Mustafa Kemal Atatürk’e ne diyecektik?

İsmet Paşa’yı hangi tahkir sözcüğüyle anacaktık?

Başvekil Celal Bayar’a hangi sıfatı yakıştıracaktık?

Peş peşe “Şark Raporu”yayınlayarak, Dersim’deki katliamın altyapısını oluşturan devletluyu nereye koyacaktık? (Hüseyin Aygün dürüst bir siyasetçi olsaydı, İsmet Paşa imzalı Şark Raporları’nı okuduktan sonra, değil CHP’den milletvekili olmak, bu partinin kapısından bile geçmezdi.)

Erdoğan faşistse, General Alpdoğan ne?

Sabiha Gökçen ne?

Dobra milletvekili Hüseyin Aygün’ün bu sorulara bir cevabı var mı?

Milletvekili seçilir seçilmez, Dersim’e ve Seyit Rıza’ya iade-i itibar kovalamıştı.

Ne oldu?

Tunceli isminin Dersim olarak değiştirilmesi için yasa teklifi hazırlamıştı.

Ne oldu?

Dersim araştırmalarıyla tanınan sosyalist Hüseyin Aygün’ün fikri takip melekeleri dumura mı uğradı?

Ne oldu?

Ben Hüseyin Aygün’ün yerinde olsam, işlediğim Dersim cürümlerinden sonra ağzımı bile açmazdım.

Hatta, sokağa bile çıkmazdım.

Başbakan Yardımcısı’na yumruklu saldırıda bulunan kişi partim tarafından kahraman ilan edildiği için de utanırdım.

Hüseyin Aygün utanmıyor, “sonun iyi olmaz” diyerek, başka tür bir kahramanlığa davetiye çıkarıyor.