Yazýlarýmda çokça ben derim ama þahsî meselelerimden bahsetdiðim hemen hiç vâkî deðildir. Bu sefer bir istisnâ yapmama sebeb, deðineceðim meselenin, þahsýmýn ötesinde bir muhtevâsý da olmasý.
Benim biyografimde herhangi bir, nasýl söylesek, “karanlýk” nokta yok. Doðumumdan þu âna kadar bütün yapýp etdiklerim ayan beyan ortadadýr. Yâni ileride müverrihler, mütecessisler, þâirler, romancýlar, senaristler ve sâir muharrirler, velhâsýl üç dört yüz, belki de daha fazla kiþiden oluþan bir grup, beni yazarlarken “....yýllarý arasýnda neyapdýðý ve nerede olduðu meçhûldür. O sýralar bir rivâyete göre Japonya’da kung-fu öðretmenliði yapýyor, baþka bir rivâyete nazaransa Meksika’da bir sonraki hükûmet darbesini organize ediyordu. Comtesse de Mon Cul’nün, o meþhur hâtýrâtýnda ‘Y. Ýle Bahtiyar Yýllarým’ baþlýðý altýnda anlatdýðý esrârengiz erkeðin o mu yoksa Yves Montandmý olduðu sorusu hâlâ tatmîn edici bir cevâbakavuþamamýþdýr.” kabîlinden cümleler kurmak ihtiyâcýný aslâ hissetmeyecekler.
Teorik olarak bu böyle ama hakkýnda bu kadar muhtelif iddialar bulunan kimselere de pek sýk rastlanmaz sanýyorum. Bu, daha benim saðlýðýmda böyle olursa ileride Mehmet Ali’yle buluþmaya gitdiðim zaman neler olacaðýný tahmîn etmek bile istemiyorum.
Þimdiye kadar ne faþistliðim ne Stalinistliðim ne Maoculuðum ne þuculuðum ne buculuðum kaldý. “TKP’nin Batý Avrupa’daki Beyni” olmamdan poker düþkünü bir mâcerâperest olmama, yâhut 12 Eylül sýrasý müdhiþ bir firâr hikâyesinden sonra Doðu Almanya Komünist Rejimi’ne sýðýnarak Türkiye’nin mühim bâzý sýrlarýný satdýðýma kadar aþaðý yukarý akla ne gelebilirse az buçuk eksiðiyle hepsini bana uygun gördüler.
Oysa yegâne bâriz politik özelliðim, çoðulcu demokrasinin inatçý bir müdâfii olmamdan ibâretdir.
Keþke öyle sandýklarý kadar hârikulâde renkli bir hayâtým olsaydý!
O vakit þimdiki gibi Avrupa metropollerinin karanlýk ve pespâye meyhânelerinde tükenmez kalemle sarý saman kâðýdýna köþe yazýlarý karalayýp sonra param yetmediði için bunlarý havaalanlarýndan, Ýstanbul’a uçan hamiyyetli bir yurddaþýma, “Star” Gazetesi’ne ulaþtýrýlmak üzere emânet edip müteâkýben yine otostopla þehir merkezine dönecek ve ucuz þarabýma kaldýðým kadehden devâm edecek yerde senelerdir tasarladýðým Türk ve Türkiye aleyhdârý romanýmý yazar, sonra böyle bir varakpâreyi kimse yayýnlamayacaðý için kendi paramla bastýrýp eþe dosta elden daðýtýr ve þöhret basamaklarýný hýzla týrmanmaya baþlardým..
Fekat heyhât!
Kader aðlarýný örüyor ve Cennet’in Anahtarlarý duvarýn hâlâ benim uzanamayacaðým kadar yüksek bir yerinde çiviye asýlý olarak sallanýp duruyor!
Fakat olsun!
Ben yanmasan, sen yanmasan, o yanmasa... Nasýl çýkar karanlýklar aydýnlýða?
Comtesse de Mon Cul’ye gelince, gerçi biraz yaþlanmadý deðil ama hâlâ otuz yýl öncesi olduðu kadar sehhar ve iþvebâz...
Onun için bir “sonnet” yazmaya karar verdim.
Ýnþallah bu seferkini beðenir...
NOT: Bana, diðer pek çok meslekdaþa olduðu üzere günde binbeþyüz ilâ ikibin okuyucu mesajý gelmiyor maalesef! Daha az... inin, inin... daha az... hah, iþte takrîben o kadar mesaj geliyor. Bu sebebden her gün hepsine cevab yazmam farazî olarak imkânsýz deðil. Bunu samîmiyetle istiyorum da! Ancak ne var ki teknik yeteneksizliðim, düzayak Türkçeyle beceriksizliðim yüzünden her mesaja karþýlýk gönderemiyorum. Kaç kere denedim, bâzý kanallardan gelenler için olmuyor. Bunu deðerli okuyucularým bilsin istedim.
Ne yapayým, ben 19. Asýr’dan nasýlsa günümüze kalmýþ tek canlý nüshayým.
Ama hepsini dikkatle okuyup kaale aldýðýmdan herkes emîn olabilir. Y.A.