Beni sevmeyin kardeşim!

Niye seveceksiniz ki? Hakkaniyetten yana olun. “Eskisi şöyleydi, yenisi böyle” diye karşılaştırma yapacağınıza, ortaya çıkan “yeni durum” hakkında ne söylüyor (ne söylüyorum), onu anlamaya bakın.

MGK konusunda bir yazı yazdım, doğru.

Fakat MGK’nın pozisyonuna ve meşruluğuna ilişkin bir yazı değildi.

MGK’nın aldığı kararların “mutlak doğru” olduğunu söyleyen bir yazı da değildi.

Sadece, mahut Kırmızı Kitap hakkında kalem üşüren arkadaşların temellük ettikleri “yeni pozisyonu” teşhir etmeye çalıştım... Ki, hiç de iyi bir pozisyon değil.

Fikrimi merak ediyorsanız söyleyeyim:

MGK’yı sevmem... Oradan çıkan kararların (tavsiyelerin) doğruluğuna inanmam...

Bir defa, “millî” nitelemesiyle problemim var... Başlı başına anlam ve değer ifade eden “millî” sözcüğünün, olur olmaz her tamlama içinde kullanılması benim açımdan sinir bozucu bir durum. Bu cümleden olarak, “Milli Savunma Bakanlığı”, “Milli Eğitim Bakanlığı”, “Milli Siyaset Belgesi”, “Milli İktisat”, “Milli Edebiyat” gibi nitelemelere mesafeyle bakarım. “Millî” sözcüğünün yakıştığı tek kurum (ille bu nitelemeyi kullanacaksak), bana göre, Milli İstihbarat Teşkilatı’dır... MİT’in, gerçekten de (yani sözcüğün ifade ettiği anlam çerçevesinde), millî olması ve yabancı istihbarat örgütlerine belge servisi yapan bir kurum olmaktan çıkarılması gerektiğine inandığım için.

Şu tür ifadeleri de son derece sakıncalı bulurum: “MGK tüm cemaatleri masaya yatırdı...”

Nitekim bir gazetenin istihbarat şefi, “Son MGK toplantısında, bütün cemaatlerin masaya yatırıldığını ve onlarla etkin mücadele kararı alındığını” açıkladı.

Bu ifadenin gerçeği yansıttığını düşünmüyorum.

MGK’da cemaatler masaya yatırılmadı.

Bütün cemaatlerle “etkin mücadele” kararı alınmadı ve bu yönde bir tavsiyede bulunulmadı

Kaldı ki, MGK’ya ne?

Cemaatlerin varlığı ve faaliyetleri MGK’yı ne ilgilendiriyor?

Ortada “kriminal” bir durum varsa, bununla mücadele görevi öncelikle kolluk güçlerinindir ve mücadele aracı bellidir: Hukuk.

Dün de bu görüşteydim... Bugün de bu görüşteyim...

Bu görüşte olmaya devam edeceğim.

Problemi benim “bugünümde” arayan arkadaşlar (eskiden beni severlermiş, şimdi sevmiyorlarmış, çünkü Kırmızı Kitabı övüyormuşum, MGK kararlarına dokunulmazlık atfediyormuşum), niçin bütün sivil toplum faaliyetlerini “izlemeye” alan ve tecziyesini isteyen dünkü MGK’ya itiraz etmezler?

Dahası, niçin dünkü MGK’nın sürekli “sevap halinde” olduğunu söyleyenlere, “MGK’ya sevap yazmak sana mı kaldı muhterem? Ayıp olmuyor mu?” demezler?

Kaç gündür “Kırmızı Kitap” konulu öfkeli yazılar okuyoruz. Asabiyeti kendinden menkul arkadaşlar Kırmızı Kitabın demokratik meşruiyetini tartışıyor; “demokrasi” ve “meşruiyet” çok umurlarındaymış gibi... (İçlerinden biri, gaza gelip, “Kırmızı Kitaba” tutunduğunu iddia ettiklerine sövüp sayan bir yazı yayınladı... Kırmızı Kitap değilmiş, “Kızıl Kitap”mış... Bir adım sonrası şudur: “Kızıl Kitaba tutunan dinsiz imansız takımı Moskova’ya...” Bunu da yaparlar, inanıyorum.)

Daha önce de yazmıştım ama anlaşılsın diye tekrar ediyorum:

Dernek kurmak, lobi faaliyeti yapmak, cemaatleşmek ve dayanışma örgütleri kurmak suç değildir.

Bu faaliyetlerin tecziyesini istemek de kimsenin haddine değildir.

Bu faaliyetlerin suç sayıldığı dönemleri biliyoruz: MGK, rutin toplantılarında, referansını dinden alan bütün sivil toplum faaliyetlerini tehdit kapsamına alır ve bunlarla etkin mücadelenin “kararlılıkla” yürütüleceğini bildirirdi.

Bugünkü MGK’dan şekvacı görünenler de, “MGK sevap kazanıyor” diyerek yapılan işe dinden meşruiyet getirirdi.

Problemi benim dünümde ya da bugünümde değil, bu kafa yapısında arayın.

Mümkünse de sevmeyi bırakın...