‘Beraet-i zimmet asıldır..' Yani, ‘aslolan, insanın suçsuz oluşudur!'

Evet, 'berâet-i zimmet asıldır..'

Bu üç kelimelik cümle, bir Müslüman insanın diğer insanlara bakışının temelini teşkil eder ve 160 sene öncelerde tedvin olunan 'Mecelle-i Hukûk-i Osmânîye'de de bir vecize halinde ifade edilmiştir.

Eğer, öyle olmazsa, sokaktaki bir yabancı ve hattâ en yakınımızdaki bir kimsenin bile, bize ters gelen söz, bakış veya başka tavırlarından dolayı 'Muhtemel bir saldırgan' zannedip korkuyla, 'O saldırmadan biz onu cezalandıralım.. Hattâ, o bizi öldürmeden, biz onu öldürelim.. Çünkü, onun içinde bir kaatil olması imkândışı değildir..' şeklinde bir mantık çarpıklığına düşebiliriz..

Tarihimizden hatırlayalım:

Hz. Ali- Muaviye İhtilafı'nın Sıffîn'deki savaşa dönüşmesi öncesinde, meşrû' Halife'nin ordusundan bir grup askerin, takib olunan siyaseti eleştirmekle yetinmeyip, ayrı bir taife oluşturarak Hz. Ali'nin saflarından çıkmaları hasebiyle, 'hâricîler' (khevâric) diye anılan ve binlerce savaşçıdan oluşan 'taife'nin Nehrevan Cengi'nde büyük çapta bertaraf edilmesinden sonra..

Khevâric'in önde gelen isimlerinden Abdurruman ibn Mulcem, arkadaşlarının intikamını almak için, Hz. Ali'yi öldürmek niyetiyle Hz. Ali'nin bulunduğu Kûfe şehrine gider. İbn Mulcem'i orada görenler Hz. Ali'ye haber verip, onun iyiniyetli olamıyacağını söylerler ve hemen cezalandırılmasını isterler.

Yüce Resul (S) tarafından, 'İlm şehrinin kapısı' olarak tavsif olunan Hz. Ali, bu talebi dile getirenlere, 'Cürmden muqaddem cezâ yoktur..' (Suç işlenmeden önce cezâlandırma yoktur..') cevabını verir.

Elbette, muhtemel tehlikelere karşı gerekli tedbirler alınır, ama, hasım taraf da hedefini gerçekleştirmek için kendi tedbirlerini almıştır. Nitekim, Hz. Ali'yi, muhtemel bir Kadir Gecesi olabileceği /yani, eyleminin daha faziletli olacağı' ümidiyle ve Ramazan'ın 19'uncu gecesi, mescidde namaz kıldırırken Hz. Ali'yi hançerler ve iki gün sonra da şehîd olur.)

Bu girizgâhın konumuzla ne ilgisi mi var?

Mâlûm, son 1 aydır, ülke içsiyaseti, 'Mafia lideri' olduğu söylenen bir kişinin, kaçtığı yurt dışından, -kimlerin elinde ve emrinde ise-, 'ifşaat' denilen ve gerçekle ilgili- ilgisiz yığınla iddiaları, sosyal medya aracılığıyla, kulağı kirişte olanların beyinlerine boca ettiği ve iç siyaseti düzenlemeye kalkıştığı 'açıklama'larıyla meşgul.. 'Türkiye'deki sosyal medya kullanıcılarının yarısına yakınının sahte olduğu' ise, dünyadaki durumu inceleyen İsviçre'li bir araştırma kurumunca yeni açıklandı.

O kişi ise, büyük iş yaptığını sanıyor olmalı ki, sadece içsiyaseti değil, hattâ dış siyaseti bile tanzim gücünün olduğu havasında, yapacağı bazı açıklamaları, 14 Haziran Günü, Amerikan Başkanı Biden ile Türkiye Başkanı Erdoğan arasında gerçekleşeceği bildirilen müzakereleri etkilememek için daha sonraya bıraktığını bile belirtiyor, büyük bir 'lûtufkârlık'(!) yapıyor havasında..

Yani, istese, Türkiye'nin dış siyasetini bile etkileyebileceği havasında bu kişi..

Sallıyor sallayabildiği kadar.. Ne de olsa, karanlık, tutmuş bütün kapı- pencereleri..

Bu karanlıktaki kişi, geçenlerde, bir siyasetçiye, 'her ay 10 bin dolar' ödeme yaptığından da söz etti.

Geçen hafta, İçişleri Bakanı Soylu, TRT ekranlarından yayınlanan 2 saati aşkın bir programda, medya mensublarının sorularına cevap verirken, bu '10 bin dolar' iddiasına da değindi ve sözü edilen kişinin m.vekili olmayan bir siyasetçi olduğunu belirtmekle yetindi. Yani, 'O kişi, aşağı-yukarı tahmin ediliyor ve araştırılıyor..' demekti bu, herhalde..

İşte bu noktada, muhalefet lideri Kılıçdaroğlu, 'Meclis Başkanı Mustafa Şentop, bu kara gölgeyi kaldırmak zorundadır. Ayda 10 bin dolar rüşvete bağlanan siyasetçi kim? Şentop bu 10 bin dolar konusuna sessiz kalamaz. Sessiz kalıyorsa "Acaba, o da mı alıyor" diye sorulur. Beyefendi posta memuru gibi (...) sessiz kalıyor. Sen ileride torunlarının, evladlarının yüzüne nasıl bakacaksın?' diye tuhaf bir sorumluluk yükledi; kanunen direkt bir yetkisi olmayan Şentop hocaya.. Halbuki, bu sorumluluk, Meclis'de olan-olmayan her makamın ve siyasî grupların omzundadır. Yetkili makamsa, 'Savcılık'tır ve onun harekete geçtiği de bildirilmektedir.

Ama, sözkonusu muhalefet liderinin, 'Man Adası', sonra '128 milyar dolar' iddiaları tutmayınca, şimdi gerilimi arttırmak ve Biden'ın Erdoğan hakkında 1,5 yıl önce dile getirdiği, 'iktidardan uzaklaştırmak' sözlerinin heyecanıyla, sorumsuzca davrandığı anlaşılıyor. Ama, bu mantıkla, başkaları da o benzer bir suçlamayı, aynı kişiye iade edemez mi?

Haram olan, işte bu noktadır. Çünkü, hukûken delil yokken, bir kimseyi suçlamak yolu açılırsa, üzerine 'cîfe' sıçratılmayacak kimse kalmaz bir toplumda.. 'Berâet-i zimmet asıldır..' ölçüsü işte bunun için son derece önemlidir.

Nitekim, Mustafa Şentop hoca, 'Kılıçdaroğlu'nun sözlerinin eleştiri değil, iftira olduğunu' belirterek, 'Kılıçdaroğlu ne kadar biliyorsa, ben de o kadar biliyorum. Böyleyken, söylediği, bir siyasî bunaklık değilse eğer; ancak bir haysiyetsizlik ve ahlâksızlıktır. (...) Tek nefeste, gözünü kırpmadan, bir insana iftirada bulunan kişinin bildiği bir şey varsa, açıklasın. Yoksa, bunu kasıdlı ve bilerek yapıyorsa, o zaman da siyasî bunaklık içinde olduğunu, bunun haysiyetsizlik olduğunu tekrarlıyorum..' diyordu; haksızlığa uğramış birisi olarak..

Evet, delilsiz suçlamalar konusunda, aslî ölçümüzün unutulmaması tavsiye olunur.