Berlin’in Türkiye dilemması

Dilemma yerine ikilem de diyebilirdim ama dilemma deyince sizi daha matah bir halt sanıyorlar... Bizim millet böyledir biraz... Neyse... Onu da başka bir zaman anlatırım. 

Berlin-Bâb-ı Âlî ve sonraları Berlin-Ankara ilişkileri hep allengirli ve çetrefil (bâzı cühelâ tâifesinin yazdığı üzere çetrefilli değil çetrefil!) olagelmişdir.

1989’dan, yâni Soğuk Savaş’ın sona ermesinden önce bu ilişkiler biraz daha, diyelim ki basit değil ama biraz daha az karmaşıkdı. 19. Yy. Sonlarından 1 Cihan Harbi’ne kadar Almanya’nın “bizim taraflar”la bağlantılı büyük derdi Hind Okyanusu’na inerek orada Büyük Britanya ile didişmekdi. Bu ise “it dişi domuz derisi” fehvâsınca Bâb-ı Âlî’nin zâten işine gelen bir durumdu. O bakımdan Almanya’nın, Berlin’den Basra Körfezi’ni kadar ve yüzde doksanı o zamanki Türkiye topraklarından geçmek üzere bir demiryolu inşâ etme teklîfi Cennetmekân Sultan Hamîd’in de işine geliyordu.

Epeyi eski incelemelerimde ben buna “B HATTI” adını vermişdim:

Berlin-Belgrad-Budapeşte-Bosporus (Boğaziçi!)-Bağdad-Basra!

Boğaziçi’nden bir yan kol ise yine bir başka B’ye, Bakû’ya, uzanacakdı.

1914’e kadar bu hattın önemli bölümleri tamamlandı; sonra araya Harb-i Umûmî felâketi girdi, Avrupa târümâr oldu, tam toparlanırken İkinci Dünyâ Savaşı patladı, netîcesinde Almanya pestil gibi yere serildi ve parçalandı, Soğuk Savaş adlı baş belâsı Avrupa’nın tekrar canına okudu etc....etc...

Günümüzde Önasya veyâ isterseniz Yakındoğu/Ortadoğu (ikisi arasındaki farkı da 70 senedir öğrenemedim gitdi...) Almanya’nın yine ilgi odaklarından birini teşkîl etmekdedir ve bunda gayrımeşrû bir husus yokdur.

Oyunun kurallarına uymak kaydıyla her devlet her yerle ilgilenebilir.

Tabii her oyun gibi bunun da kuralları vardır. Meselâ boksda nihâî amaç gerçi kafasına vurarak raqîbi bayıltmakdır ve bana kalırsa bu da barbarca bir niyetdir ve elimden gelse bu sporu yasaklarım ama burada bile diyelim ki kafasına vururken adamın hayalarına da diz çıkarsanız sizi derhâl ağır şekilde cezâlandırırlar. Kısacası vahşetin dahî bir âdâbı vardır.

Şimdi bir dizi başka devlet gibi Almanlar da bu bölge ile yakından ilgilenmeye devâm ediyor. Sâdece Türkiye ve İran gibi zâten bu havzanın fevkalâde önemli parçalarını oluşturan devletler değil, ABD gibi denizaşırı ülkeler de ilgileniyor.

Diğer Batılı devletler bakımından pek de ehemmiyeti hâiz olmayan bu noktada ise Berlin’in Türkiye ikilemi devreye giriyor.

En azından benim izlemimim öyle.

Bu şu demek:

Türkiye olağanüstü önemli bir devlet ve bu önemi her geçen yıl sür’atle artıyor. Hem politik hem ekonomik bakımlardan. Kültür bahsini hiç açmayalım, çünki şu mağmûm hazan günlerinde bir de ağır depresyona uğramak istemem...

Bu hızla artan politik ve ekonomik ağırlık, bir bakıma AB’nin patronu pozisyonundaki Almanya için elbet belirli bir tehdid anlamına geliyor. Zîrâ, diğer iki ağır sıklet Fransa ve İngiltere ile Brüksel’de bir tür menfaatler ortaklığı husûle getirecek olan Türkiye, Almanya’nın epeyice başını ağrıtabilir.

Ki böyle bir yakınlaşma esâsen akla da yakındır. Çok köklü emperyal geleneklere sâhib bu üç devlet, elbetde ki dünyâyı okurken o “metinden” daha birbirine benzer anlamlar çıkaracaklardır.

Bu sebeble Berlin Brüksel’de bir de Türkiye’yi başına derd almak istemez.

Bütün dışa dönük dostluk gösterilerine rağmen AB içinde bu Üç Büyükler arasında, hattâ zaman zaman Londra ile Paris arasında bile birtakım sürtüşmeler olduğu, Brüksel’i az çok bilenlerin mâlûmudur. Kaldı ki bu tür sürtüşmeler bu bağlamda eşyânın tabiatında mevcud.

Öte yandan Türkiye’yi dışlamak da Almanya’nın kat’iyyen işine gelmez. Çünki bu tavır da Ankara’ya ‚Git kendi aslî coğrafyanda başının çâresine bak!’ anlamına gelir ki Berlin bunun sonuçlarını hesablayamayacak kadar tecrübesiz ellerde değil.

Eğer Türkiye kendini kapı dışarı edilmiş hissederse o zaman gerek güney Balkanları gerek Kafkasya’yı ve gerekse Levante ile bütün Arab Yarımadası’nı kapsayacak başka bir“birleşip bütünleştirme” stratejisine hız verir.

Bakınız “yönelir” demiyorum; “hız verir” diyorum.

Çünki ben Ankara’da birtakım “alâkasız” şahısların, hiç bir resmî sıfatları olmaksızın ve hiç üzerlerine de vazîfe olmamasına rağmen, oturup bir yerlerde bu konuları, hani sırf muhabbet olsun diye, konuşduklarından emînim.

Bağlamak gerekirse Berlin’in Türkiye konusunda derin bir ikilem içinde bulunması öyle aman aman şâyân-ı hayret bir vâkıa değil. Bunun aksi hayrete şâyân olurdu.

Almanya’nın bu bağlamdaki problemini anlatacak bir Türkçe deyim de var:

Aşağı tükürsen sakal; yukarı tükürsen bıyık!

Aslında ben tükürmenin her türlüsüne karşıyımdır, ileriye doğru olanına da...

Bunu da eklemiş olayım ki içimde kalmasın!

(Perde)