İki sezondur şunu yazıp duruyorum: Beşiktaş’ın daha agresif bir deplasman stratejisine ihtiyacı var. Büyük takıma yakışan budur. Karmaşık bir futbol probleminden falan da söz ediyor değilim. Sahaya tedbirli bir dizilişle, “önce kaybetmeyelim” anlayışıyla çıkarsanız yenilgi olasılığınız artar. Sahaya kazanmak için çıkarsanız, belki yine yenilirsiniz ama maçı en azından berabere bitirme olasılığınız artar.
Dolayısıyla İBB maçında Oğuzhan-Fernandes değişikliği yapılmaz, Oğuzhan’ın yanına Fernandes’i eklersiniz. G.Saray maçına Fernandes-Oğuzhan ikilisiyle başlanır. Oyuncu tercihlerine takılıp kaldığımı sanmayın. Bu tercihler oyun anlayışındaki tercihlere karşılık geliyor, ışık tutuyor. Beni son dönemde kaygılandıran bu. Yoksa defansif karakterde oyuncularla bile hücum futbolu oynanır. Yeter ki teknik adam istesin ve cesur olsun. Tıpkı yerden yere vurulan Schuster’in yaptığınca.
Çünkü başka türlüsü yakışmaz Beşiktaş’a: Hücum Beşiktaş, Hücum!
Yine iki sezondur hücum futbolunu örnekler ve gerekçelerle anlatmamın, “Beşiktaş’ın yapısı tedbirli futbola müsait değil” diye yırtınmamın nedenleri belli. Skora dayalı ilkesizliğin tavan yaptığı bir futbol kültüründe kendi doğrularımı söylemeyi sürdüreceğim. Israrla ve inatla aynı şeyleri anlatıyorum, anlatacağım. Beşiktaş’ın iyiliği için gerekli bu. Beni, aynı tutumumun yansıması olarak, kimbilir kaç yazı Q7 meselesini tartışmak zorunda bırakanlar düşünmeye başlasın artık biraz da.
Son dediğime alınanlar olacaktır. Oysa Fikret Orman yönetimine göreve geldikleri günden beri yapıcı eleştirilerle katkıda bulunmaya çalışıyorum. Benimki türünden eleştiriler bile “Yönetime karşı bir cephe oluşturuluyor” ya da “Beşiktaş’ın iyiliğini istemeyenler var” mantığından okunuyorsa ve kimi yanlışlar için durmaksızın meşrulaştırıcı gerekçeler üretiliyorsa, ortada uzun vadeli istikrar ve başarı konusunda bir sorun var demektir. Yönetimdekilere önerim şu: Her yaptığınızı, her sözünüzü alkışlayıp duranlardan sakının. Onlar dün başkalarını alkışlıyorlardı, yarın da başkalarını alkışlıyor olacaklar.