Beyin yılına hoş geldiniz

(2014 yılı Avrupa Beyin Konseyi, Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Konseyi tarafından ‘Avrupa Beyin Yılı ‘ ilan edildi. Türk Nöroloji Derneği, Türkiye Beyin Yılı projesini hayata geçirmeye hazırlanıyor. Hayırlara vesile olsun diyerek bu Pazar yazısını 2014 Beyin Yılına ayırdım.)

Bilincimiz koca bir transatlantik buhar gemisinde yolculuk yapan ama kıyıda köşede kalmış bir kaçak yolcudan farksızdır; yolculuktan nasiplenmiştir, ama derinlerde işlemekte olan o heybetli mühendislik gözüne görünmez bile..’

(David Eagleman-Beynin Gizli Hayatı, Çeviri: Zeynep Arık Tozar. Domingo Yayın 2013)

Zerdeşt’in içinde bulunduğu transatlantik, geçen yıl Temmuz ayında başlayan felaketlerle beraber, bir buzdağına çarptı sanki. Gemi orada durdu. Zerdeşt bilmediği bir boşluğa yuvarlandı, üşüdü, korktu, ürperdi, endişe ve merak içinde kaldı.  Zaman zaman bilincinin acıyla kavrulduğuna, tanık olduk. Acıdı ve acındırdı.

O artık transatlantiğin sıradan yolcusu değil. Geçen yıldan bu yana, hepimizin içinde bulunduğu yolu ve o yolda gezinen yolcuları yeniden keşfetmeye çalışıyor.

Duygusallığına dört elle sarılmış gibi geliyor bize... İlk zamanlarda o duygusallığı gözleyemiyor, gözleyemediğimiz için de dehşete düşüyor, Zerdeşt  bize ta uzaklardan bakan bir çift güzel gözden başka bir şey hissettirmiyordu.

Sonra kendi duygusallığını keşfetti birden. Sevdiği insanların bazılarıyla karşılaştığında, dudaklarını büzüp ağlamaya çalıştı. Ablasını özlediğini, onu sık sık görmek istediğini biliyoruz artık. Annesinin mutfakta geçirdiği bir kaç dakika ona yüzyıl sürmüş bir ayrılık gibi geliyor. Annesini istiyor ve annesi gelmeyinceye kadar, bedenini kasıyor ve hüzün dolu bir yüz ifadesiyle bakışlarını annesinin birden bire görünmez olduğu odanın kapısına dikiyor.

***

Zerdeşt son yedi aydan bu yana, hepimizin içinde gezinip durduğumuz o koca transatlantiğe yeniden dönmeye ve bizler gibi, transatlantiğin sıradan ve kaçak bir yolcusu olmaya çalışıyor.

Bense Zerdeşt’in beyninde olup bitenleri, yani transatlantiğin dibinde kopan fırtınaları anlamaya çalışıyorum.

Yani, Zerdeşt’in terk etmiş gibi göründüğü transatlantiğe geri dönmesine faydası olur diye, transatlantiğin dibini anlatan kitaplar okuyorum.

İnsan beynini, birbirinden ilginç hikayeler eşliğinde anlatan bu kitapların her sayfasında, altı çizilmiş cümlelerin ve kelimelerin her birinde, Zerdeşt’i daha iyi anlamaya yarayan bilgiler, tümü de beyinle ilgili en önemli araştırmalar ve deneyler  var. Okuduğum ve bu kitaplardan öğrendiğim her şeyi  annesiyle paylaşıyorum.

David Eagleman’ın, ‘Beynin Gizli Hayatı’, Dersimli bir dostumun hararetle tavsiye ettiği Dr. Norman Doıdge’ın, ‘Kendini Değiştiren Beyin’ isimli kitabı, hastanede ve Zerdeşt uyuduktan sonra okunan kitaplar oldu.

Beynin gizli hayatını anlatan edebi kitaplar var sonra. Hayata Uyanmak bunlardan biri. Mary E. Pearson’un, ‘Gözlerini açmak uyanmaya yeter mi?’ sorusuyla başlayan bu ilginç romanı, bir kazadan sonra hafızasını kaybeden Jenna Fox’un geçmiş hatıralarına yeniden dönüşünü, yani transatlantiğin yolcuları arasına yavaş yavaş katılmasını anlatıyor.

Jenna’nın geçmişe dönebilmesi için uygulanan yöntemlerle bizim Zerdeşt’in zihnini,  zaman zaman uyarmak için başvurduğumuz ve Zerdeşt’e büyük keyif veren yöntemler birbirine çok benziyor doğrusu. Geçmişe ait fotoğrafların ve video çekimlerinin gösterilmesinden ibaret basit ama faydalı bir pratik bu.

***

Zerdeşt denize ve suya bayılan bir çocuktu. Denize girmekten ve akşam saatlerinde yükselen dalgalarla boğuşmaktan hoşlanırdı. Kıyıyı vuran yüksek dalgaların ortasında bazen görünmez hale gelir, onu çekip sahile çıkarmamıza direnirdi. İşte o videolardan bazılarını gösteriyoruz ona. Tekrar tekrar seyretmek istiyor. Keyif alıyor bundan..

Su ve Zerdeşt..

Denize girmekten aldığı keyfi düşündüğüm ve  bu geçmiş günleri bir daha yaşayamayacak olmamızın bir ihtimal, hatta bir kabus gibi beni etkilediği zamanlardan bu yana, garip rüyalar görmeye başladım.

O rüyalarda yaşadığımız şehir sular içindedir. Ama doğal bir sel felaketi gibi yaşanmaz hiç bir şey. İnsanlar telaş içinde gürül gürül akıp giden, sokakları, caddeleri , yere yapışmış gibi duran bahçeli ve tek katlı evleri dolduran sulardan korunmak için hiç bir şey yapmazlar. Sular içinde bir şehirde yaşamak her haliyle doğal bir yaşam biçimi olup çıkmıştır sanki. Suların rengi ve akışkanlığı arasında harikulade bir uyum vardır. İşte benim rüyalarımda gördüğüm bu sular içindeki şehrin sokaklarında Zerdeşt yüzünden hiç eksik olmayan bir gülümsemeyle sulara basıp çıkarak, dolaşıp durmaktadır. Ayaklarını suya daldırdığı her seferinde, suyun içinden ışıklar yükselmekte ve  bu ışıklar onun geçtiği sokakları, caddeleri aydınlatmakta, her tarafı su berraklığında bir ışık içinde bırakmaktadır.

***

Zerdeşt o dibinde nelerin olup bittiğini tam olarak bilemediğimiz transatlantikten düştüğü için onunla normal hayatta kuramadığım duygusallığı bu rüyaların içinde gezinirken kuruyorum.

Zerdeşt sular içindeki şehrin içinde dolaşıp dururken ben onu saatlerce seyredip duruyor, içinden suların akıp geçtiği şehrin sokaklarına, caddelerine, ve sakin akşamlarına dalıp gidiyorum.

Bu huzur veren sükunet çok sürmüyor, bazen, gerçek yaşamda hiç eksik olmayan ölümler, yanı başımızda yaşanan çocuk katliamları, kısaca Savaş ve ölüm geliyor aklıma.. Savaşta ölen çocuklar ve Zerdeşt’in yaşındaki gençler geliyor aklıma. Sonra neden bir bilim adamının o gençleri ve çocukları öldüren savaşları çıkartan büyüklerin duygularını normalleştirecek bilimsel  bir keşifte hala bulunmadığına,  buda olmayacaksa, savaşları durdurabilecek bir teklifi getiremediğine şaşırıp kalıyorum. Savaşları çıkaran büyükler, çıkardıkları savaşa kurban giden binlerce insanla, duygudaşlık kuramadıkları için, dünyanın dört bir yanında, kadınları, çocukları ve gençleri  öldürmeye devam etmiyorlar mı?

***

Menenjit sadece ona yakalanan bir insana zarar verir, beynini tahrip eder, bacaklarının, kollarının kesilmesine yol açar; ama patlayan bir bomba yüzlerce hatta binlerce çocuğu, binlerce insanı  bir anda yok edebilir. 

Savaşların sebebi, aynı gemide, yani aynı transatlantikte bulunan insanların birbirleriyle yeteri kadar duygudaşlık kuramamış olmaları mıdır acaba?

Bu soruya David Eagleman’ın ilginç bir cevabı var. Eagleman, Fiziksel yakınlık olmadığı için, duygusal yakınlık eriyip gidiyor’ diyor ve şu hatırlatmayı yapıyor:

‘Savaşın bu kişilerüstü doğası onu şaşırtıcı bir biçimde kolaylaştırmıştır. 1960’lı yıllarda bir siyasi düşünür, nükleer savaşı başlatacak düğmenin ameliyatla Başkan’ın en yakın arkadaşının göğsüne yerleştirilmesi gerektiğini ileri sürmüştü. Böylece Başkan dünyanın öbür ucundaki milyonlarca insanı yok etmeye karar verirse, önce arkadaşına fiziksel zarar vermesi, düğmeye ulaşmak için onun göğsünü yarması gerekecekti. Bu durum en azından karar verme sürecinde duygusal beyin sistemlerini de devreye sokacak, kararın kişiler üstü doğasının önüne geçmek mümkün olacaktı.’

Beynimizin hikayesi, menenjitten felce, beyne zarar veren savaş yaralarından ve kazalardan varıncaya kadar, birbirinden ilginç örnekler ve hatıralarla doludur.

İçinde bulunduğumuz ve adına beyin dediğimiz transatlantiğin dibinde yatan o müthiş mühendisliği keşfetmeye dair yolculuk için 2014- Beyin yılı, iyi bir fırsattır.

Beyin Yılına hoş geldiniz sevgili okurlar!

Duygularınızı ve tecrübelerinizi paylaşın, beynin keşfedilmesine dair anlatılan ve binlerce yıldır süren hikayeye kolektif  bir katkı da siz yapın..

Zerdeşt ve Canan Miroğlu. Yeniden yaşamak istedikleri hatıralara umutlu bir yolculuk yapıyorlar şimdi.

Menenjit, iki bacağını aldı götürdü, ama bu onun dünyaya umutla gülümsemesine  engel değil.