Ýki önemli geliþme, bugün Türkiye’de geleneksel sað ve sol kavramlarýný bitiriyor: Balyoz- Ergenekon davalarý ile Ak Parti süreci ve son kongresi... Balyoz davasýnýn sonucuna baðlý olarak alýnan siyasi pozisyonlar Türkiye’de yeni siyasetin cephelerini ortaya koyuyor.
Türkiye’de geleneksel sol -ama en radikalinden en devletçisine kadar- hiç de özgürlükçü-enternasyonal bir yerde durmadýðýný deþifre etti. Ama zaten öyleydiler, diyeceksiniz. Ancak bu, þimdiye deðin sübjektif bir bakýþ açýsýndan öteye gitmeyecek görüþtü. Daha önce, bu kesimlerin Anayasa oylamasýndaki politik duruþlarý bile, Balyoz davasýndaki kadar, onlarý deþifre eden açýklýkta anlaþýlmamýþtý. O zaman solun, olmazsa olmazý olan, anti-faþist, enternasyonal özelliklerini bir kenara koyarsanýz geriye ne kalýr; iþte o kalan ‘þey’, açýkça nasyonel-sosyalizmin ilk yapý taþý olan ulusçu bir devletçilik ve nereye çarpacaðý belli olmayan, her kaba girecek soyut bir anti-emperyalizm söylemidir. Böyle olunca, Türkiye’de ‘solun’ sol olmaktan resmen çýktýðý ve CHP’nin çatýsýna doðru sürüklendiði tarih, Balyoz davasýnýn açýklandýðý tarihtir. Tabii ki, yakýnda gelecek Ergenekon kararýnda da bu durumu pekiþtireceðiz. Ancak bütün bunlardan önce, bir Suriye duruþu, daha doðrusu Baas yanlýsý olmak da var. Bu duruþ, demin yukarýda söylediðim, bir üçüncü dünyacý ‘anti-emperyalizm’le örtüþtürüldüðü için Balyoz duruþu kadar açýk eden bir politik tutum olarak anlaþýlmadý. Ancak hem Balyoz hem de Ergenekon çok içerden ve bizim bütün baskýcý, postallý tarihimizin somut ifadesi olarak gündeme geldi. Bundan dolayý, burada hiç kývýracak yer yok.
Belki de þu ‘sað’ ve ‘sol’ kavramlarý, artýk biten burjuva aydýnlanmasýnýn ve onu takip eden sanayi devriminin kavramlarý olduðunun bilinciyle yeniden tanýmlanmalý. Sanýyorum bu tanýmlamanýn laboratuarý bu coðrafya olacak. Bu coðrafya diyorum, çünkü tam da þimdi Türkiye’ye benzer bir süreci Mýsýr’da izleyeceðiz. Ýhvan’ýn Mýsýr’ý, hatta büyük Maðrip dediðimiz coðrafyayý, yeniden inþa ediþini bugün siz hangi sað ya da sol yaklaþýmla açýklarsýnýz.
O zaman sonuç; siyasetin sol tarafý, Türkiye’de bugün sýnýfsal taraftan, korporatist, seçkinci, laik bir tarafa savrulmuþ ve temsil ettiði sýnýf(lardan) tamamen kopmuþtur. Örneðin Balyoz davasý ve Ergenekon davasý süreçleri ve kararlarý gibi ayýrt edeci tarihsel dönemeçlerde DÝSK ile TÜSÝAD arasýnda bir fark yoktur. Ya da 20+20+20 diye manþet atýp 4+4+4’e gönderme yaparak, Balyoz davasýný, eðitimdeki dönüþümle iliþkilendiren ve anti-laik (!) sürecin bir duraðý gibi göstermek isteyen medya ile ‘sol’ fraksiyon medyasýnýn hiçbir farký kalmamýþtýr. O zaman, Türkiye’de siyasetin bir cephesi, geleneksel devletçi-laik Kemalist çizgidir ki bu zaten CHP’de temsil edilmektedir. Þimdi kendisini CHP’nin solunda sayan bütün bu kesimlerin hýzla CHP’de konsolide olacaðýný göreceðiz. Ama bu konsolidasyon, paradoksal bir þekilde, CHP’yi daha da zayýflatacak ve yeniden bir daðýlma ve atomize olarak yok olma sürecine girmesine yol açacaktýr.
Büyük tarihsel konsolidasyon
Gelelim AK Parti Kongresi’ne... Þuradan baþlamak gerekiyor; partide olan 3 yýl barajý, söylendiði gibi, iktidar partisi için bir sorun deðildir. Tam aksine, bu kural, bu partiyi üç dönem iktidara taþýyan dinamikleri parti bürokrasine taþýyan ve onu yenileyen temel bir kaldýraçtýr. Bu kuralýn basit bir bürokratik mekanizma olmadýðýný Süleyman Soylu örneði ile anlatabiliriz. Numan Kurtulmuþ ve ekibi partilerini kapatarak AK Parti’ye geçtiler. Ancak Süleyman Soylu partisini çoktan býrakarak tek baþýna geldi. Ama geliþi, en az, Kurtulmuþ ve ekibi kadar yanký yaptý. Bunun nedeni Soylu’nun Türkiye’de merkez sað diye tarif edilen yapýnýn -belki de- son temsilcisi olarak ve -belki de- orayý bitirerek, tüketerek gelmesi idi. Demirel’in -aslýnda ne olduðunu ortaya koyan- çýkýþlarý bile, bu geleneði tümüyle sonlandýramamýþtý. O zaman sað taraftaki büyük konsolidasyonu ise AK Parti Kongresi’nde göreceðiz. Zaten Erdoðan, sað büyük konsolidasyonu, genel stratejisi içinde çok önemli bir taktiksel evre olarak gördüðü için, uzun zamandýr bu tarafa yaslanýyor. Ama bu, var olan küresel ve bölgesel dinamiklerden kopuk bir strateji deðil. Ve konsolide olduðu zaman da, bizim bildiðimiz sað deðil.
Bu strateji, krizden çýkýþýn merkezi olarak bu coðrafyayý görüyor ve ABD’nin Asya-Pasifik’e aðýrlýk vermesiyle, Doðu Avrupa, Ortadoðu ve K. Afrika hinderlantýný Türkiye merkezli düzenlemek istiyor ki, bu da, siyaseti, Türkiye dýþýnda da, bütün bu coðrafyada, yeniden þekillendirecek ve çok farklý cepheleri içinden çýkartacak bir dinamik ve tarihsel konsolidasyondur. Bu iþin ekonomi tarafýný-Batý Roma-Doðu Roma örneði ile sonra anlatacaðým.