Bilin de, öyle konuşun

Biri bir laf attı ortaya...

Bir Hürriyetgazetesi yazarı...

Çözüm sürecinde sorumluluk almaları rica edilen

“Akil İnsanlar Heyeti”ni, Sadrazam Damat Ferid Paşa’nın kurduğu “Heyet-i Nasiha”ya benzetti.

İşin içinde “Damat Ferit”, “işgal”, “ihanet”, “İngiliz yardakçılığı” olur da, ehli habaset durur mu?

Hemen balıklama atladılar konunun üzerine.

Üzülerek görüyor ve istihbar ediyoruz ki, Hasan Celal Güzel de, Türk demokrasisinin “Tank Hasan”ı da kendisini bu cereyana kaptırmış durumda...

Biçimsiz laflar ediyor.

Heyette yer alan insanları “Kürtçülükle”, “PKK yandaşlığıyla” suçluyor ve çok ayıp ediyor.

Hasan abi’nin “çözüm süreci”yle ilgili endişeleri var ve bunları zaman zaman köşesinde paylaşıyor.

Nihayetinde tartışılabilir, üzerinde düşünülebilir rezervler bunlar.

Ki, tartışılıyor.

Üzerinde düşünülüyor.

Hasan abi’ye yakıştıramadığım konu (gerçekten de hiç yakışmıyor), herhangi bir benzerlik bulunmadığını bile bile “Heyet-i Nasiha” örneğine sarılması ve oradan ateş etmeye başlaması...

Bilebildiğimiz kadarıyla, “Heyet-i Nasiha”nın teşekkül amacı, Mondros’un ağır hükümlerinin, hiç değilse, aleyhimize daha da ağır hale getirilmesini önlemekti.

Heyet, “İngilizleri kızdırmayalım” kabulüne uygun olarak, İngilizleri kızdırma potansiyeli yüksek kesimleri (silah bırakmaya direnen kesimleri), silah bırakmaya icbar eden bir “nasihat faaliyeti” yürütecekti.

Buna inandırılmışlardı...

İngilizleri kızdırmazsak, işgalin sona ereceğini (yayılmayacağını) ve Payitaht’ın kurtulacağını düşünüyorlardı.

İzmir’in işgali, bu “kabul”ün altını boşalttı.

Kandırıldıklarını düşündüler.

İngilizlere inanılmayacağı sonucuna vardılar.

Heyet-i Nasiha’nın görevi de “böylece” son buldu.

Efendim, bu heyette iki şehzade görev alıyormuş, bu da ihanetin göstergesi değil miymiş?

Heyette sadece şehzadeler değil, sonradan “milli mücadele”ye iştirak eden namlı isimler de bulunuyordu.

Bunu nereye koyacaksınız?

Şehzadeler sadece Heyet-i Nasiha içinde görülmediler.

Gizli yollardan İnebolu’ya çıkıp, milli mücadeleye de iştirak etmek istediler.

Şehzade Ömer Faruk Efendi’nin başına getirilenleri hatırlayalım.

Niçin İnebolu’dan gerisin geri İstanbul’a postalanmıştır?

Hain olduğu için değil herhalde...

Peki, “Heyet-i Nasıha”nın faaliyet yürüttüğü dönemde, milli mücadelemizin kahraman isimleri ne yapıyordu, hangi yoğun faaliyetler içindeydi?

Kazım Karabekir, “Silahlı direniş şart... Doğu’dan başlayarak, işgale karşı silahlı mücadele başlatalım” diyordu... (Bu görüş, Mustafa Kemal Paşa tarafından, “Bu da bir fikirdir” denilerek reddedilmişti.)

Fuat Paşa (Ali Fuat Cebesoy), “Emrimdeki birlikleri Ankara’ya çekiyorum. Ankara merkezli bir direniş hareketinin zamanıdır” diyordu.

İkisi de sonradan “hain” ilan edildiler, İstiklal Mahkemesi’nin önüne atıldılar.

Mustafa Kemal Paşa ise, kurtuluşun, ancak bir “hükümet darbesi”yle mümkün olabileceğini savunuyordu.

Bir ara Harbiye Nazırlığı kovalamıştı.

Bir taraftan da Saray’la irtibat halindeydi. “Sabiha Sultan”la izdivacı söz konusuydu.

İzmir’in işgali, bu tasavvurların da altını boşalttı.

Mustafa Kemal Paşa Samsun’a çıktığında (Şehzade Ömer Faruk Efendi gibi kaçak yollardan değil, İngilizlerden vize alarak gemiye binmişti), ortada ne Damat Ferit Paşa vardı, ne de Heyet-i Nasiha...

Bunları bilin...

Bilin de, öyle konuşun.

İlle bir benzetme yapacaksanız, “Ne yani, akan kan durursa Türkiye’ye demokrasi mi gelecek?” diyen Beyaz Türk makulesini Heyet-i Nasiha’ya benzetin.

Ki, çok benziyor.