Bir dönem uzunca ziyaret ettiðim Japonya’da þöyle dedi bir uzman. “Sizinle bizim çok ciddi bir farkýmýz var. Siz iþinizi yaptýðýnýzda göreviniz bitti sanýyorsunuz. Oysa biz iþimizi yaptýðýmýzda, yani satýþçýysak satýþýmýzý yaptýðýmýzda, muhasebeciysek hesaplarý iþlediðimizde, iþimizin ancak ⅓’lük kýsmýný yapmýþ sayýlýyoruz.”
“Neden?” dedim, “Geri kalan iþiniz ne?”
Cevap enteresandý. “Ýþin ⅓’lük kýsmýnda asli iþimizi yaparýz. Diðer ⅓’de yaptýðýmýz iþin dünyada nasýl yapýldýðýný, gelecekte nasýl yapýlacaðýný araþtýrýrýz. Son kalan ⅓’de ise yerimize insan yetiþtiririz. Yarýn, biz olmadýðýmýzda iþlerin yürüyebilmesi için…”
Bugün pek de gündemimizde olmayan, hatta bu karmaþada girmesi de pek olasý gözükmeyen bir mevzu. “Ýnsan yetiþtirmek” .
Türkiye’de her yerde bir tek adam var bir iþin merkezinde. Bir firmanýn deposuna da gitsen ayný, bir kamu kuruluþuna da, derneklerde de, futbolda da…
“Ben olmazsam bu iþler yürümez” diyen milyonlarca insan görürsünüz de, “Ben öyle bir sistem kurdum ki ben olmasam da iþler yürür” diyen bir kiþi bulamazsýnýz. Oysa bizim o profile ihtiyacýmýz var.
Eskiden altýndan gelene iþi öðretmek ustalýðýn þanýndan iken bugün eskiler, yenilere fotokopi çekmek konusunda doktora yaptýrtýyor, sýrf iþini öðrenip de yerini kapmasýn diye.
Sadece bu mu? Deðil elbette…
Yazým siyasi bir yazý deðil ama deðinmeden edemeyeceðim, Türkiye’de son 30-40 senede devletin içine zerk edilen paralel yapý birçok alanda aklýný, vicdanýný baþkalarýna satmýþ ama iþinde uzman kiþiler yetiþtirdi. 2010’larýn baþlarýna kadar neredeyse her taþýn altýnda, her iþin içinde onlar vardý. Yetkili, etkili, bilgili ve tecrübelilerdi ama ne yazýk ki hainlik gelince bu sýfatlarýn önüne, geriye hayalkýrýklýðýndan baþka bir þey kalmadý.
Sonuç ne oldu?
Þimdi onlarý temizliyor, temizlemeye uðraþýyoruz.
Bir anda boþalýyor, boþaltýlýyor kurumlar.
Ama devlet boþluk kabul eder mi? Etmez. Ýþler durur mu? Durmaz.
Peki bunca yýldýr soru çalan, torpil, rüþvet, þantaþ ve tehditle kendilerinden olmayana yaþam þansý vermeyen bu çete temizlendiðinde onlarýn yerine kurumlarda iþler nasýl yürüyecek? Nasýl yürüyor? Yürüyor mu gerçekten?
Bu noktada da “alýmlar” devreye giriyor. “Þu kuruma 5000 personel alýndý”, “Bu kuruma 10 bin personel alýnacak” haberlerini çokça görüyoruz.
Ýþimiz bu noktada o kadar zor ki dostlar.
Büyümesi hýzlandýrýlmýþ tavuðu bile yemek zararlýyken, hýzlandýrýlarak yetiþtirilmiþ (ya da bir diðer deyiþle yetiþtirilmesi hýzlandýrýlmýþ) personelin sancýlarýný çekebiliriz.
Ve bu hýzlandýrýlmýþ olarak yetiþtirilen personel de haliyle hatalar yapýyor, bu kez de tölerans göstermiyoruz. Çünkü yine bugünün sorunlarýndan biri, hataya tahammülümüz ve hata yapma lüksümüz de yok. Peki bu gençler nasýl yetiþecek, hem hiç hata yapmadan hem de alelacele?
Yemeðin altýný kýsýk yaktýðýnýzda lezzetli olur. Aceleniz var diye sonuna kadar harlarsanýz o yemek piþmez, yanar.
Elbette bu sancýlar da geçici, bu zorluklar da.
Ama alýnacak çok da dersimiz var bu yaþanýlanlardan.
Ýnsan yetiþtirmeye, ama öyle hemen 15 günlük hýzlandýrýlmýþ kursla deðil, uzun vadede, özene bezene, sabýrla, azimle yetiþtirmeye baþlamalýyýz.
Her alanda, her konuda, sabýrla..
Japonlarýn söylediðini biz de uygulamak, uyarlamak zorundayýz.
Herkes yerine birini, hatta birilerini yetiþtirmeli. En küçük koltuðundan, en büyüðüne kadar. Kendisi, kurumu ya da yetiþtirdiði kiþi için deðil, ülke için.
Ve her lider, her yönetici bilmeli ki, kendisi ne kadar büyük baþarýlara imza atarsa atsýn, bir lider yetiþtirdiði liderlerin baþarýsý kadar baþarýlýdýr, kendi yaptýklarý kadar deðil…
***
BÝR ÖNERÝ
Bir önerim var bu “insan yetiþtirme” konusunda.
Aslýnda herkesin bildiði bir öneri bu. Bu topraklarýn bin yýllýk kadim geleneði.
USTA-ÇIRAKLIK
Kurumsal þirketlerde, kamuda, derneklerde, bakanlýklarda, okullarda eðitimciler arasýnda acilen bir usta-çýraklýk müessesesi inþa etmeliyiz.
Ýþimizi yapmanýn yanýnda insan yetiþtirmenin de en az aslî iþimiz kadar önemli olduðunun altýný çizerek.
Mesela, köþe yazarlarý birkaç meraklý genci almalý yanýna, illa onlara yer tahsis etmesi, yol-yemek-ssk ödemesi gerekmiyor. Haftada bir gün bir araya gelip çay içmeli, hangi konularý neden, nasýl iþlediðini, nasýl baktýðýný, nasýl düþündüðünü, yazýya nasýl döktüðünü anlatmalý, onlardan sorumlu hissetmeli.
Sanatçýlarýn, sporcularýn, akademisyenlerin, giriþimci ve patronlarýn her birinin çýraklarý olmalý, bunu da bir çeþit vatan borcu bilerek…
Bu konu önemli dostlar.
Suni gündemlerle vakit kaybediyoruz. O onu demiþ, bu bunu yapmýþ’lara bizim ayýracak bir saniyemiz bile olmamalý.
***
ÝLK ADIMI ATIYORUM
Bu yazý bu konuda bir hareket oluþturur mu bilemem. Ama en azýndan sadece þikayet ediyor olmak da kendime yakýþtýrabildiðim bir hal deðil.
Ýþte o yüzden, bu köþede her yazýnýn sonunda ÇIRAK KÖÞESÝ oluþturacaðým. ÇIRAK KÖÞESÝ’nde her gün bir gencin yorumunu, analizini kýsacasý kýsa bir köþe yazýsýný yayýnlayacaðým.
Haydi gençler, ben de fikirlerimi bu köþede yayýnlamak istiyorum diyorsanýz [email protected] ‘a maille gönderin. Tanýþalým, kaynaþalým. Yazý yazmayý ve bunu sürdürülebilir hale getirmeyi baþarabilenleri de gazetemdeki idarecilerimizle tanýþtýracaðým.
Bakarsýnýz bu yazýdan baþlayarak gencecik yazarlar çýkar yarýn ülkemizde. Kim bilir?
Emin olmanýn tek bir yolu var.
O da denemek...