Maçın ilk 20 dakikasının görüntüsü çok net ve anlaşırlırdı. Galatasaray oyunu ciddiye alıyor, ama sanki rakibini pek önemsemiyordu. Bu Beşiktaş'ı küçük görmek anlamında değildi. Maça olan yüksek konsantrasyonu, sahaya iyi yayılışı ve yeterli düzeydeki temposu; karşısında kim olursa olsun aynı özgüveni taşıyacağı izlenimini veriyordu.
Beşiktaş da, Galatasaray'ın maça sahiplenme duygusuna katkı verir gibiydi. Silik, sönük ve başı öne eğik oynuyordu. Ancak Galatasaray'ın hakim unsur olup erken gelen gol dışında pek pozisyon üretememesi; Beşiktaş'a bir karşı koyma güdüsü kazandırdı. 10 dakikalık bu kısa süreli şahlanışlarında, Holosko'nun şutu ve Fernandes'in serbest atışıyla yürek hoplattılar ama ne yazık ki, Beşiktaş bu kadarla sınırlı kaldı. Çünkü Galatasaray bir ara dağınık olduğu o süre sonunda, dizginleri gene eline aldı.
***
Ancak ne olduysa oldu, ikinci yarıda taşlar yerinden oynadı. Beşiktaş kimlik değişikliği ile geri dönmüş, erken golle oyuna ortak olmuştu. Galatasaray ilk yarıda pozisyonunu sürdüreceği yerde, dağılma emareti gösterdi, maçı elden gitme korkusuyla sinirlendi. Hatta Melo kırmızı gördü.
Terim'in Sneijder'i devreye sokması üzerine, Aybaba da yeni transfer Dentinho'yu sahaya sürdü. Bu dama taşı hamleleri oyunun gerilimini boşaltmadı. Galatasaray gene öfkeli ve savruk, Beşiktaş ise sakindi. Ama bu sukunet, skorun altından kalkmak için yeterli neden olamazdı. Galatasaray'ın "Maç elden gidiyor" tedirginliğini, üzerine baskı kurarak daha büyük paniğe dönüştürmesi gerekiyordu. Ama onu yapamadı. Bunda da, Fernandes'in bildiğimiz klasını sergilemede o denli maharetli olamayışıydı.
***
Sneijder'in varlığı, takım arkadaşlarının onu yok sayması yüzünden neredeyse hiç hissedilmedi. Organizma, yeni hücreyi kabul etmiyordu. Bu reddediş biraz pahalıya patlayabilirdi, ucuz sıyırdılar.