Bir 15 Temmuzcular var, bir de 16 Temmuzcular...

O geceyi yaşadım.

Kimi yüreklere korkunun nasıl kapkara bir karanlık gibi çöktüğü o gecenin böğründen yüreklerindeki iman ve cesaretle aydınlığı çıkartan civanmertler tanıdım.

O zahiren mangalda kül bırakmayan kimi zevatın telefonlarını kapatıp nasıl sırra kadem bastığını...

Milletin adsız-sansız yiğit kahramanları meydanlarda ölümüne direnirken o adıyla-sanıyla tafra yapan kibir budalalarının nasıl deliklere bir fare gibi saklandıklarını...

Reis ölüme meydan okurken hayatlarını her şeyin üstünde tutan nice korkakların gün ışıdıktan sonra tekrar meydanlara nasıl kahramanlık pozlarıyla indiklerini...

***

Reis İstanbul’a geliyordu.

Ölüm çemberinden geçerek.

Uçağı inmeyebilirdi.

Gökyüzünde pusuya yatmış alçak darbeciler Reis’in uçağını o gasp ettikleri en gelişmiş savaş uçaklarıyla imha edebilirlerdi.

Veya Reis’in uçağına iniş izni verdikten sonra onu bilinmeyen bir yere götürebilirlerdi en onursuz uygulamalar eşliğinde...

Reis’i orada karşılamaya gelenleri toplu kıyımdan geçirilebilirlerdi.

Gencecik delikanlılarımızın, kızlarımızın, çocuğunu kucağına alıp ölümün üstüne yürüyen kadınlarımızın, saçları ve sakalları ağarmış amcalarımızın, dedelerimizin, dayılarımızın o görüntülerini hatırladıkça hâlâ ağlarım.

O nasıl bir imandı öyle!

Reis indikten sonra boynuma sarılan gencecik kızımızın hıçkırıklar içinde “Vekilim Reis’imiz iyi mi?” diye soran o asil ve cesur halini bir ömür boyu göğsümde şerefle taşıyacağım için bahtiyarım.

Bir başka gece olsaydı Reis geliyor diye kimler kimler sıraya girmezdi ki!

Reis’le aynı karede görünmek için.

Üzüntüyle gördüm.

16 Temmuz’dan itibaren tekrar sahne aldılar.

Erol-Abdullah Tayyip Olçok’un cenaze namazında gördüm kimilerini.

Oysa o gece de İstanbul’daydılar biliyorum.

Ama yok olmuşlardı nedense!

Milletin yiğit evlatlarına ise her zamanki gibi arkada kalmak düştü.

***

O gece komuta merkezine dönüştürülen o odanın kendisi başlıbaşına bir tarihtir.

Liderliğin tarihi asıl o odada yazıldı.

İnancın, cesaretin, dirayetin, direnmenin ve yönetmenin tarihi...

Bir insanın lider olup olmadığı asıl o anlarda anlaşılır.

Korkaktan lider olmaz.

Ve bir liderin etrafında asla korkaklar olmamalı.

Korkaklar tarih yazamazlar.

Tarih bile olamazlar.

***

Darbe girişiminin yenilgiyle sonuçlandığı anlaşıldı.

On binlerce insan Reis’ini bekliyor havalimanının önünde.

Güneş yüzünü gösterdikten sonra o gece nerede oldukları bilinmeyenler de akmaya başladı.

Reis’in etrafı tekrar kalabalıklaştı.

Hiç unutmam.

Onlardan biri Reis’e “Millet bütün gece yoruldu. Talimat verseniz de evlerine dönseler!” demez mi?

Kan beynime sıçradı birden.

Yüreğim tarifsiz incindi.

“Reis’im izninle” dedim. 

“Milleti dağıtmamız uygun olmaz. Asıl bundan sonra meydanlarda olmamız lazım. İki nedenle. Şayet darbe girişimini akamete tamamen uğrattıysak zaferimizi meydanlarda kutlamaya hakkımız var bizim. Şayet darbe riski devam ediyorsa ki ediyor milletimizle günlerce meydanlarla olmalıyız ki caydırıcı olsun.”

Bunu tarihe bir anekdot olsun diye aktarıyorum sadece.

Rabbim gururdan ve kibirden muhafaza buyursun!

İhanetten de...

Hep şuna inandım: Nerede durduğunuz çok önemlidir. Kimin yanında ne zaman durduğunuz da...

Bir de şuna inanıyorum: 15 Temmuz’da yanımızda olmayanlar gerçekte hiç yanımızda olmayanlardır.

Zor zamanımızda yanımızda olmayanları şayet yanımızda tutmaya devam edersek bir başka zor zamanımızda sırtımızdan vurulduğumuzda şikâyete hakkımız olmaz bizim. 

İhanetçileri affedersek acınacak hale düşeriz.

***

15 Temmuz’da kahramanca direnenler bedellerini kullardan istemezler. 

15 Temmuz’u bedele dönüştürmek isteyenler Medine hurmalıkları için Bedir’e gidenler gibidirler.

15 Temmuz’un gerçek kahramanları bir tek Allah’tan beklerler ödüllerini.

Bir bedel karşılığında ancak yanımızda tutabildiklerimizle asla zafer kazanamayız.

Diyeceğim o ki 15 Temmuzcularla 16 Temmuzcuları birbirine kimse karıştırmasın.

Aziz şehitlerimize rahmet, gazilerimize sıhhat ve sabır diliyorum.