Yarýn 28 Þubat darbesinin 17. yýldönümü olacak. Neydi 28 Þubat? 28 Þubat, aklýný pespaye oryantalizmden, ruhunu primitif batýlýlaþma sürecinden, adaletini tek parti döneminden, vesayetini 27 Mayýs’tan, zulmünü ise 12 Eylül’den alan kendi kendine sömürgecilik sürecidir. Bu yönüyle, 28 Þubat, Osmanlý sonrasý bu topraklarda kurulan düzenin Batý’ya sunabileceði bütün hizmetlerin rafine bir hülasasýydý. Devleti rehin alarak, çýlgýn bir proje, ihanet içinde bu son hizmette sunulmuþ oldu. Orduda yaþanan cadý avýyla 27 Mayýs 1960’ý, toplumsal kesimlerde yaþanan maðduriyetle 12 Eylül 1980’i, toplamda ortaya çýkan zayiatla yeniden 1940’larýn Tek Parti dönemi 1990’lara sýkýþtýrýlarak yaþatýlmýþ oldu.
28 Þubat’ý geçmiþ darbelerden ayýran bir özelliði de sadece elitleri deðil toplumu yatay kesecek þekilde memleketin en geniþ sosyolojisini hedefe koymasýydý. Ülkenin baþbakaný ile üniversitedeki bir kýz öðrenci, bir iþadamý ile sýradan bir esnaf, üst düzey bir bürokrat ile sýradan bir memur, Ankara’daki seçilmiþ hükümet ile yereldeki küçücük bir Ýslami grup ‘topyekûn savaþ’ sloganlarýyla ayný þiddete maruz kaldýlar. 28 Þubat darbecileri, ‘siyasal bir pornografiden’ ibaret olan müdahaleyi, Batý’ya, Ýslamofobinin konforlu dünyasýnda, ‘tercümede hiç bir zorluk yaþamayacaklarýnýn’ rahatlýðý ile hareket ettiler. Zira öyle de oldu. Týpký Sisi’nin Mýsýr’daki darbeyi tercüme de zorluk yaþamamasý gibi.
***
28 Þubat darbesi komutanlarý, bürokratlarý, neferleri, taþeronlarý en sarih þekilde ortada olan bir darbeydi. Týpký 3 Temmuz 2013’te, Sisi’nin Mýsýr’da darbeyi canlý yayýnda ilan ederken, arkasýnda oluþturulan sahneye doluþan aktörlerin kimler olduðu ve ne anlama geldiðinin ayan beyan ortada olmasý gibi. Selefi liderlerden Ezher üniversitesi rektörüne, seküler isimlerden Kýpti Papa’ya kadar farklý isimler ‘darbe sahnesine’ girdiler. Eðer 17 yýl önce yaþanan 28 Þubat darbesini unutanlar, unutulduðunu zannedenler varsa; 2013 Mýsýr ‘darbe sahnesine’ bakarak da hafýzalarýný tazeleyebilirler. Darbenin sözcüleri, propagandistleri, medyadaki fanatikleri, üniversitelerdeki aktörleri, dýþ baðlantýlarý hiç bir darbede olmadýðý kadar darbecilerin itiraflarýyla kayda alýnmýþtýr. 28 Þubat darbesinde, sürecinin bütün adýmlarý birer itiraf, bütün itiraflarý da darbenin adýmlarýdýr.
Bütün bunlara raðmen, 28 Þubat dünyasýnýn, en fazla tetikçisi sayýlabilecek, Ergenekon’u, Balyoz’u ‘yakalayan’ mahkemeler hala 28 Þubat davasýný radarlarýnda ‘göremiyorlarsa’ yargýda kaçak var demektir. 28 Þubat’ýn ana aktörü olan ve 1990’lardan bu yana yapýsýný büyük ölçüde koruyan medyanýn kendisini ihbar etmesini elbette beklemiyoruz. Benzer bir travma, bugünlerde, 28 Þubat ortamýna girdiðimizi iddia eden Gülen Grubu için de geçerlidir. Yeni bir vesayet rejimi inþa etmek için yola çýkan yargý-polis odaðýyla ayný dünyada yaþadýðý artýk aþikar olan Gülen Grubu, 28 Þubat’ta aðýr bir ‘kayba’ uðradý. 28 Þubat’ýn, Grubu nasýl ve neye dönüþtürdüðü 17 Aralýk’la açýk bir þekilde ortaya çýkmýþ oldu.
Türkiye sosyolojisinin en büyük kesimini maðdur eden bir darbeden, ayný sosyolojide yaþayan bir grup, büyüyerek çýkmýþsa varoluþsal bir kriz var demektir. Kendisine benzeyen herkes kaybederken, kazananlar ancak ya kaybettiklerini idrak edemeyecek kadar ‘paralel bir dünyada’ yaþamaktadýr ya da memleketin duygu vasatýndan kopmuþlardýr.
Türkiye’de müesses nizamýn yapýsal dönüþümü 28 Þubat darbesiyle hesaplaþýlmasýna baðlýdýr. Zira 28 Þubat, I. Dünya Savaþý düzeni ile akit ve nikah tazeleyen yazýlýmýn ismidir. Tam da bu nedenle, 28 Þubat’la hesaplaþmak, memleketi asra yakýn zamandýr kirleten ve bu topraklara yabancý bataklýktan kurtulmak demektir.