Bir ayakkabıma bakıyorum bir de...

“...Valla şeytan diyor ki çıkar şu ayakkabını fırlat; ama bir ayakkabıma bakıyorum bir sizlere, değmez diyorum.”

CHP Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka, Meclis kürsüsünde burun kıvırarak kurduğu işte bu basit cümleyle geçen haftanın en popüler CHP’lilerinden biri olmayı başardı.

Hem de ne pabuç fırlatıp kolu yoruldu, ne Emine Ülker Tarhan ve Nur Serter gibi genel başkanını istifaya çağırıp şimşekleri üzerine çekti, ne de Muharrem İnce gibi her daim ön planda olmasını garantileyen grup başkanvekilliğini riske ederek liderine meydan okudu.

Ya ne yaptı?

Kadın cinayetlerini eleştirmek için çıktığı Meclis kürsüsünde, kadın şiddetini önlemek, şiddetin yol açtığı tahribatları gidermek için ilgili bakanlıkların hazırladığı bütün kanun tasarılarının Meclis’teki dört partinin desteğiyle yasalaştığını unutup mevcut durumu sıfırladı.  

Diyelim ayakkabı tehdidi anlık gelişti, maksat bağcı dövmek değildi, o halde kanundaki boşlukları ya da uygulamadaki aksaklıkları konu edinerek desteğe ihtiyacı olan kadınlar için gerçekten bir fayda üretebilirdi. Yapmadı.

Kadınların nerede ve ne kadar kahkaha atacağıyla ilgili yanlış bir şahsi görüşü kendisine basamak edip kadın cinayeti gibi ölümcül bir konuya sıçradı ve bu kadar ciddi bir meseleyi gülmeli, eli bele koymalı, olmadı pabucunu çıkarıp fırlatmalı bir mahalle aksiyonuna çevirdi. Üstüne bir de ayakkabının değeri, AK Partili milletvekillerinin değersizliği gibi tipik kusturucu bir sınıfsallık, bayağılık.

Meclis’teki kadın vekiller, kadın şiddetini gerçekten kendilerine dert ediniyorlarsa evvela meselenin gerektirdiği ciddiyeti kavramalı ve bu sayede kendilerine yönelecek “olası sataşmaları da”önlemeliler. Bu ciddiyeti beklemek kamuoyunun hakkıdır. Ağızdaki çikleti az sonra patlatacakmış gibi bir havada yapılacak aksiyonların konusu olmamalı kadın şiddeti.

Fikir ve öneri değil şiddet söylemi içeren bu tür eylemler, “farklı şeyler yapmak, Meclis’te iz bırakmak istiyorum” türü cümleler eylem sahibine popülerlik getirebilir, getiriyor da ama geride kalan iz ne hoş bir iz, ne bunun şiddet görmüş kadınlara bir faydası var.  

Bu hallerin ana muhalefet partisine de faydası yok ayrıca. Siyaset üretimine de yok, tabanın depresyonunu gidermeye de. Acıklı bir, seçim yenilgilerinin sorumluluğunu janjanlı kuşa bak numaralarıyla dağıtma çabasından başka ne ki şimdi bu? 

R4Bi4... Asla! 

Geçen yıl Temmuz’da, Mısır’da canlı yayında gerçekleşen askeri darbenin ardından darbecilerin ilk işi Mursi’nin ellerine kelepçe takmak ve cumhurbaşkanlarına sahip çıkmak için meydanları dolduran sivilleri keskin nişancılar marifetiyle katletmek oldu.

Tüm dünya izledi katliamı televizyonlardan.

“Benim oyum nerede” diyen Mısırlıların bütün girişleri tutulmuş Rabia ve Nahda meydanlarında nasıl kıstırıldıklarını ve takır takır tarandıklarını seyretti uluslar arası kamuoyu.

İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün (HRW) katliamın yıldönümünde yayımladığı rapora göre “aynı gün içinde 817 sivilin kasten öldürülüşü”nü yani.  

Amerika, Avrupa devletleri, Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri... Kimse ses çıkarmadı, ya da birkaç mızırdanma. Darbeye darbe diyemeyen dünya, katliama da katliam diyemedi.

Bir tek, ekseni kaymış Türkiye -Allah’a şükür ki!- olanların adını koydu. Darbeye darbe, katliama katliam dedi.

Bu insani, vicdani, ahlaki tutumuyla siyaseten yalnız kalsa da bütün ülkenin, bütün bu coğrafyanın ve hakikatin sözcülüğünü yaptığı için insanlığı düştüğü yerden tuttu kaldırdı Türkiye.

Uluslar arası sistem içinde kalarak sorguladı BM’yi, küresel vesayet sistemini. Diplomasinin imkanlarını kullanarak uluslar arası hukuku harekete geçirmeye çalıştı. 

Siviller kullanılarak iktidarın alaşağı edilmesi üzerine kurulmuş bir Gezi kalkışmasının dumanı üstündeyken üstelik. Kendi küçük gerçeğine kilitlenmiş, dünyaya ve hakikate kapanmış sorumsuz şuursuz aydınımsılar Erdoğan nefretinden darbe provası yaparken...

Elbette unutulmayacak ne Esma, ne Rabia, ne burada olanlar.