Bir caminin omuzlarda taþýnmasý…

Hasankeyf’ten taþýnacak son tarihi eser ‘Er-Rýzýk Camii’ydi. Geçen gün, kalabalýk ve intizamlý bir alay insan, onu sessizce yeni yerine taþýdýlar. 1409’dan bu yana heybetinden hiçbir þey yitirmemiþ Taç kapýsýyla kuzey duvarlarýný, sanki bir tahtýrevan üzerinde aðýr, endamlý giderken seyretmek, sanki bir defin merasimini andýrýyordu, ruhumu altüst etti. Dile kolay 600 yýllýk bir mimari eser, sanki zamaný yutmuþ gibi... Hasankeyf’e gidip de Kale’den Dicle’ye doðru baktýðýmýzda hangimiz vurulmadýk ki, Er-Rýzýk Cami’nin þehadet parmaðýný andýran minaresine. Dicle’ye ‘bir dakika’ der gibi. Bir dakika dur, söyleyeceklerim var. Durur mu Dicle? Dicle akar, minare bakar... 

Bu Kale’nin týlsýmý vardýr, akrep de yýlan da sokmaz misafirleri” demiþlerdi ilk ziyaretimde. Sormuþtum, peki þu minarenin hikayesi nedir diye... Meðerse bir usta-çýrak rekabeti varmýþ burada da. Dinlerken Erzurum’daki Çifte Minareli Camii’nin hikayesiyle ne kadar benzeþtiðini fark etmiþtim. Her ikisinde de çýraðý tarafýndan geçilen usta, kendini minareden aþaðý býrakýyordu... Niçin tekrarlanýyordu bu hikaye acaba, Anadolu’nun her köþesinde... Kalp sýzlatan bu sözlü nakil, bizi biz eyleyen, çatýþkýlarý yatýþtýran, farklýlýklarý bir ebru teknesindeki gibi renkahenk birbirine kavuþturan bir usareyi fýsýldýyordu oysa... 

Hasankeyf’te siyasetlerden çok daha büyük bir þey var. Tarihe tanýklýk etmiþ bu deðerli eserler, insanlýðýn ortak mirasý ve bizi millet kýlan o belki bin katmanlý hafýzanýn yapýtaþlarýný taþýyor.

***

Myanmar seyahatimizde, Arakan eyaletine geçtiðimizde, Osmanlý þehitlerinin yattýðý kabristana uðramak istemiþtik. Çevremizi saran kadýn ve çocuklar halkasýnda bir bebeði kucaðýma almýþ ve ismini sormuþtum; “Mehmet” dediklerindeyse þaþýrmýþtým. Çünkü Mehmet, küçük Muhammed anlamýyla yalnýzca Türkçe telaffuzda vardýr, diðer Müslüman milletler bu ismi kullanmazlar. Nasýl oluyordu da Hint okyanusunu aþtýktan sonra bir Mehmet’le karþýlaþýyordum... Meðerse, Ýngilizler tarafýndan Hicaz ve Suriye civarýnda esir edilen Osmanlý er ve zabitleri, Arakan’daki temerküz kamplarýna götürülmüþler. Burada çok çileli hayatlarý olmuþ, çoðu hayatýný kaybetmiþ ama kalanlar orada yerleþmiþ, aile olmuþ, hatta Osmanlýca gazeteler bile çýkartmýþlar. Ýþte Arakan’da tanýþtýðýmýz Mehmet bebek de Osmanlý torunlarýndandý... Hindu fanatikler tarafýndan tahrip edilmiþ Osmanlý kabristanýný, ellerimizle düzenleyip, aðlayarak gül fidanlarý dikmiþtik. Kabristanlar, tarihin sessiz ve sabýrlý tanýklarýndandýr. Arakan’da Balkanlardan, Kýrým’dan, Kürt vilayetlerinden, Ýstanbul’dan gelen þehitler kucak kucaða yatýyordu... Kabristanlar, camiler, medreseler, hanlar, hamamlar, envai çeþit hikayeleriyle, maceralarýyla, bizi millet kýlan çatýlardýr. 

Mostar’da niþan yüzüðünü andýran Osmanlý Köprüsü imha edilirken nasýl da bir yakýnýmýzý kaybetmiþ gibi üzüldüysek... Ve onu tamir ve ihya etmenin heyecanýyla nasýl hemen iþe koyulduysak... Bu ruh, kulaðýmýza ezan okuyan sesin ruhudur...

***

Er-Rýzýk Camii, Hasankeyf’in, Ilýsu barajý projesiyle sular altýnda kalacak olan kýsmýndan taþýnan son mühürdür. Uzun yýllar özellikle Avrupa üzerinden hararetle devam ettirilen aleyhteki tüm propagandalara raðmen, Hasankeyf’te tatbik edilen koruma planlarý, taþýma yöntemleri, tarihi mirasýmýza hürmet eden bir içeriktedir. Uluslararasý restorasyon ve koruma- tadilat kodekslerine uygun bir tarzda iþlemektedir...

Yeni yerinde en kýsa zamanda yeniden yükselecek bu yapýlar... Ama ben, kalbimin gençlik zamanýnda çektiði o fotoðrafý hiç unutmayacaðým. Dicle’yi aþkla, sabýrla, sükunetle, nasip böyleymiþ dercesine seven o vefalý minareyi hiç unutmayacaðým...