Büyük işler olmuştur şehirde.
74 gün aradan sonra, sosyal mesafe kurallarına uyarak kılındı Cuma Namazı. Suya koşar gibi koştu gönül çölündeki insanlar. Dünyanın en güzel görüntüleri çıktı ortaya... Yağmur altında suya secde edenler mi, deniz kumsallarına seccade serenler mi, maç seyretmeye alıştığımız futbol sahalarını dolduranlar mı, yeryüzü de sanki mü’minleri kucaklıyordu, ağlayarak seyrettik Cuma namazını. Bazı dedeler yaş sınırlamasına takıldılar, cemaate dahil olamadılar, onların o üzgün ve ağlamaklı hali hepimizi çok müteessir etti, Cuma vaktini bekleyen meleklerin onların başlarını sırtlarını sıvazladıklarını, gözyaşlarını sildiklerini hayal etmek hiç de zor değildi.
Gençlerle dopdoluydu saflar... Seccadelerini serip, boyun büktükleri Rablerinin huzurunda sessizce namaz vaktini beklerken, bir çocuk safiyetindeydi mü’minler. Dünyada ancak seccadeleri kadar bir yer bulabilmiş olanlar, o anda yeryüzünün keffaretini ödercesine, sessizlik yüklü bir kudretin, aynı anda hem alçak gönüllülüğün hem de istiğnanın timsaliydiler.
Allah’ın adamlarıydılar, şehrin öte yakasından, beri yakasından, koşarak Cuma namazına gelmişlerdi. Asırlardır omuz omuza kıldıkları namazlardan sonra, mesafeli saf tutmaya getirmişti kader onları. Aradaki tüm o intizamlı boşlukların meleklerce doldurulduğunu, safların düzgün ama akıl almaz bir şekilde Cenabı Hakkın inayetiyle tamamlandığını tüm kalbimizle biliyorduk. Ve ağlıyorduk. Sanki nice büyük hatalardan sonra, sanki nice şükürsüzlüklerden sonra, Tih Çölü’nde kaybolmuştuk da, nice günden sonra yolumuzu ancak bulmuş gibiydik Cuma günü... Allahım, başımızdan Cuma selalarının gölgeleğini eksik etme ne olur dedik. Ve ağladık...
İstanbul’un fethinin 567.Yıldönümünde, Ayasofya Camiinde tilavet edilen Kuranı Kerim ve okunan Fetih Suresi, ruhlarımızda bir zaman tüneli açtı, Fatih Sultan Mehmet Han’ın gazavat ruhunu selamladık, Ulubatlı Hasan’ların, akıncıların, abdalların, fedailerin arasından geçtik, Fetih Suresi bizi Sevgili Peygamberimize (sav) bağlıyordu o gece. Sanki şehit şühedanın ruhları bu muazzez hatırayı şimdiki zamana taşıyor ve bağlıyordu.
En kutlu ve en aziz vefa örneği olarak şehadet, Allah’ın inayetiyle en geniş ve örtücü-kapsayıcı zamanı kurar, kucaklar ve taşır. Şehadet; diğer tüm zaman kiplerini kendi içinde icmal eder ve şehitler için, zamanın her bir parçasına gidişli, gelişli, geçişli bir hareket zeminini kurar. Mekan ve zamandan münezzeh bu sonsuzluk aleminde, şehitlere geçmiş zamanın fanileri veya ölüler olarak bakılmaz, bakılamaz. Onlar bengisu denizinde yüzüp duran ve Allah’ın murad ettiği sahillere uğrayan sonsuzluk gemileri gibidir... Kur’anda da; şehitlere ölüler demeyiniz ikazı vardır. Bu yüzden; Bedir şehitleriyle, İstanbul’un fethinde vazife alan şehitler, Çanakkale şehitleriyle, vatan uğruna şehit düşmüş neferlerimiz arasında çok değerli bir anlam bütünlüğü kurarız. Onlar şehadetleriyle, dünü, bugüne ve yarına bağlarlar...
Bu çerçevede, Fetih hatırasıyla yaşadığımız coşkuyu veya Ayasofya Camiinin kalplerimizdeki mukaddes yerini tarif ederken, en kullanılmayacak kelime ‘’hamaset’’tir. Halkın tertemiz niyetlerle ve ruhunda saygıyla, yüksekte tuttuğu bu hissiyat, bizim millet olma hikayemizin tezleriyle doludur. Sevmek, özlemek, sadakat, bağlılık, hiç unutmamak, hep hatırda tutmak, rüya ve ufuk sahibi olmak, fedakarlık, vefa, gazavat, şehadet gibi pek çok tez (his değil) Ayasofya’nın etrafında tavaf edip durur. Çünkü Ayasofya, Müslüman İstanbul’un sembolüdür.
Ayasofya Camii, Fatih Sultan Mehmet Han’ın vakfiyyesidir. İstanbul muhasara edilerek, kılıç ve bilek gücüyle savaşılarak fethedilmiştir, fetih sonrasında ibadete açık bırakılmış kilise ve sinagoglar olmakla birlikte, o vakitler İstanbul’un en büyük ibadethanesi olan Ayasofya mabedi, Sultan ve Ordu kumandanı olan Fatih Sultan Mehmet Han’ın vakfından olarak, Cami’ye dönüştürülmüştür.
Hamaset değildir bu, tarihi gerçektir. Çözümlememiz gereken iki husus var: 1- Günümüz gençlerinin bu hatırayı yad etmesinden şikayetçi olanlar ne yapmak istiyorlar, dertleri nedir? 2- Fetih kutlamaları, kof ve boş bir coşkudan ibaret olursa, bu bizi işe yaramaz birer mirasyediye çevirmez mi?