Mustafa KARAALİOĞLU
Mustafa KARAALİOĞLU
Tüm Yazıları

Bir de bu sorunun cevabını düşünelim

Dış politikayı yönetenler Suriye dosyası açıldıktan sonra bugüne kadar bildikleri siyaseti bir kez daha öğrenmiş olmalılar. Zira, diplomasiden daha zor bir iç politika dersi alıyorlar. Hem de ne ders!

Sonuçta, bir karar vermeleri gerekiyordu. Ya Baas rejiminin yanında yer alacak ve bunu demokrasiye bir şans vermek için deniyorlaşmış gibi yapacaklardı. Nitekim, ilk aylarda bir parça yaptılar da. Ne yazık ki Ankara, demokrasiye ve reformlara şans tanınsın diye beklerken Esad 6-7 bin kişi öldürmüştü bile...

Öteki karar ise, Baas’a karşı çıkmaktı ve şu anda apaçık yapılmakta olan budur.

İki politika dışında, başını kuma gömmekten başka seçenek yoktur. Türkiye gibi, Suriye’den mülteci alan bir ülke için, başını kuma gömmek takdir edileceği gibi bir seçenek değildir. Şu anda olduğu gibi birçok Avrupa ülkesi bunu yapabilir ama Türkiye, hayır. En küçük gelişme bile bunu imkansız kılmaya yeterdi.  

SETA Başkanı Taha Özhan Pazar günü bizim gazetenin Açık Görüş ekinde harika bir makalesi vardı. Kaçıranlara, hemen okumalarını tavsiye ediyorum.

Makale, şu soruya cevap arıyor:

Türkiye, Baas rejimini desteklese ne olurdu?

Ankara şimdi Baas’ı desteklemediği için hiç olmadığı kadar ağır bir şekilde eleştiriliyor. Peki ya tersi olsaydı!..

Taha Özhan kendi sorusunu cevaplıyor. Ben de köşeyi bu cevaba bırakıyorum:

“Böylesi bir durumda öncelikle Türkiye’nin karşısına Tunus, Libya ve hepsinden önemlisi bir Mısır sorunu çıkardı. Türkiye ‘Suriye sorunundan uzak durayım’ derken, bütün bölgeyi sarsan bir dalganın ortasına düşer, kendisini Tunus, Mısır ve Libya’da hem halklara hem de iktidarlara anlatamaz hale gelirdi....  

Türkiye Baas rejimine destek verseydi ve yaşanan katliamları ahlaksız bir soğukkanlılıkla görmezden gelerek jeopolitik bir dile tercüme etseydi, sadece bölge halklarıyla konuşma kabiliyetini yitirmez, Türkiye içerisinde de açıklanamaz bir pozisyona düşerdi. Bugün, mesele Suriye olunca, sol jargondan ödünç almakta hiçbir tutarsızlık hissetmeden, ‘Türkiye’nin emperyal politikalar’ güttüğünü söyleyen apolitik ve naif liberaller; bu sefer de Türkiye’nin ‘Baasçılığından’ dem vurmakta hiçbir sıkıntı görmezlerdi. Bugün Türkiye’nin ‘Müslüman kanı akıttığını’ söyleyen İslamcı Kemalistler aynı şeyi söylemeye devam ederlerdi. Bugün Türkiye’yi ‘Batının taşeronu’ olmakla suçlayan anakronik sol ve Kemalistler de ‘Arap Baharı İsrail’e zarar vermesin’ diye, “ABD Türkiye’ye, İsrail’in ‘konforlu düşmanı’ Suriye Baas rejimini korumayı ihale etti” derlerdi. Bugün ‘Erdoğan-Davutoğlu bizi bataklığa sürükledi’ diyenler, bir anda AK Parti’nin Suriye halkını yıllarca kandırıp Baas rejimi ile iş tuttuğunu söylerlerdi. Bugün Ortadoğu’yu bir bataklık; dolayısıyla bölge halkını da sinek gibi gören Neo-28 Şubat zihniyet, Suriyeli mazlum mültecilere ettiği hakaretler yerine, Irak işgalinde olduğunu gibi bir anda Suriye’deki Türkmen varlığını keşfedecek ve Türkmen katliamından dem vuracaktı. Türkiye, Suriye krizinde rejimin karşısında yer almasaydı, bugünlerde Kuzey Suriye’de Kürtlere rağmen ‘PKK devleti ilan edenler’, ‘Türkiye, kimlikleri bile olmayan Suriye Kürtlerini yalnız bırakarak PKK’nın kucağına itti’ diyeceklerdi.”