Bir de onlar sorsa

DAEŞ’in Fransa’ya düzenlediği saldırılardan sonra gene depreşti “Nasıl bir İslâm anlayışı olmalı” tartışması. Sonu olmayan bir tartışma. Üstelik yeni de değil, kadim bir tartışmadır. Yeni bir şey söylediğini iddia edenler aslında yeni bir şey söylemiyorlar. Eski gereksiz tartışmaları, modern kavramlarla bizlere yutturmaya çalışıyorlar. Bunu yaparken de “gelenek” dedikleri köklerimizi bir çırpıda söküp atmaları da onlara ayrı bir hava katıyor! Sizin oralarda nasıl derler, ha tamam buldum, “Cool” bir görüntü oluyor!..

İlahiyat Fakültelerinin dehlizlerinde, televizyon ekranlarında, gazete köşelerinde “Nasıl bir İslâm anlayışı olmalı” lakırdısını edenlerin “Amerika işgaline karşı şöyle mücadele edilmeli”, “Müslümanlara zulmedenlerden şu şekilde hesap sorabiliriz” dediklerini hiç duydunuz mu? Duyamazsınız. Varsa yoksa “Müslümanlar şöyle olmalı, yok böyle olmalı!” Yahu bir karar verin, siz anlaşana kadar ortada Müslüman kalmayacak. Tartışmanın hararetinden olacak farkında değilsiniz ama Batı ve uzantıları her gün onlarca Müslüman’ı katlediyor. Hani salon toplantılarından, televizyona çıkmaktan kafanızı kaldırıp da haberlere bakamamış olabilirsiniz, haber vereyim dedim. Tabiî ki lûtfedip benim yazıyı da okur musunuz bilemiyorum, benim ki de bir umut işte!

İslâm coğrafyası dediğimiz topraklarda işgal, katliam, tecavüz, sürgün kol geziyor. Bunda mutabık mıyız? Mutabıksak (Aksini düşünen Prof. Celal Şengör olsun!) konuşmamız gereken ilk mesele, “İşgale, katliama, tecavüze uğrayan kardeşlerimize nasıl yardım edeceğiz, düşmana nasıl karşı koyacağız” olmalı değil mi! Maalesef böyle olmuyor. Bekliyorlar ki DAEŞ ve benzerleri bir eylem yapsın da bunlara da gün doğsun!

Ekranlardan ve gazetedeki köşelerinden Müslümanlara müstehzi tavırlarla sorular sorup, nasıl cihad edilmesi gerektiğini anlatanlara, beğenmedikleri Müslüman savaşçılar gelse ve “Tamam kabul, sizin dediğiniz gibi cihad edemiyoruz, İslâm’a ihanet ediyoruz, buyrun silâhlarımızı gidin ırzına geçilen bacınızı, katledilen bebeğiniz kurtarın” deseler acaba bunların kaçı cepheye koşar, azim bir muamma!

İğneyi batırdık, sıra geldi bize, çuvaldız biraz daha büyük oluyor... Kendimi de içinde gördüğüm tasavvuf ehli maalesef cihad meydanlarında yok. Olmadığı gibi zalimden yana tavır alanlar da olduğunu duyuyorum. Haliyle de ortalıkta tasavvuf düşmanı, DAEŞ’e sempati duyan gençlerden geçilmiyor. Hayat boşluk kabul etmediğine göre, bizim dolduramadığımız boşluğu birileri dolduruyor.

Bugün Türkiye cezaevlerinde, adi suçlardan girip de namaza başlayıp DAEŞ’e katılanların sayısı yüzlerle ifade ediliyor. Bunun nedeni nedir, ihvanlar? Hiç düşündünüz mü mübarekler? Tamam, DAEŞ’i tasvip etmiyoruz. Suriye cihadının önündeki en büyük engellerden biri olarak da görüyoruz ama bizler de bir şeyleri eksik yapıyoruz. Gençlik elimizden kayıp gidiyor. Bizlere de gelseler, “Tamam kabul, sizin dediğiniz gibi cihad edemiyoruz, İslâm’a ihanet ediyoruz, buyrun silâhlarımızı gidin ırzına geçilen bacınızı, katledilen bebeğiniz kurtarın” deseler ne cevap vereceğiz...

Zamanında Avrupa’dan giden haydutlar yerlilere uyguladığı terör ve soykırım neticesinde ABD’yi, Yahudi örgütlerin yıllarca terör eylemleri yapıp İsrail’i kurduğu gibi DAEŞ de bunların izinden gidip devletini kuruyor, hatta kurdu. Bakınız Pazartesi günü gazetemizde Fadime Özkan’ın Doç. Dr. Tuncay Kardaş’la yaptığı röportaja. Ayakları yere basan tespitler yapıyor Kardaş. Kendi istihbarat teşkilatı, ordusu, bütçesi olan bir DAEŞ devletinden bahsediyor Sayın Kardaş. Yarın bir gün Birleşmiş Milletler’de kabul görmeyeceği ne malûm! Batı’ya güven olur mu...

Evet ihvanlar, mübarekler ne yapmalıyız, nasıl yapmalıyız? İnşaallah önümüzdeki yazıda karalamaya devam edeceğim...

Davet

Nasip olura bugün Kahramanmaraş’ta ikincisi düzenlenen Kitap ve Kültür Fuarı’nda saat 16’da kitabımı imzalayıp dostlarla sohbet edeceğim. Şamil Yayınevi standında gerçekleşecek hasbihale beklerim...