Bir dersin öyküsü

Yaklaşık 20 yıldır yazı yazıyorum ve nerdeyse 25 yıldır da ders veriyorum ama şimdiye kadar derslerimi hiç yazıya aktarmadım. Derslerimde okuttuklarımdan yazılarımda yararlandım, fakat dersimde öğrencilerimle ne konuştuğumu sizlerle hiç paylaşmadım.

Nedeni derslerimin sıkıcı olması ya da paylaşılacak bir şey olmaması değildi. Tam tersine ders vermekten son derece heyecan duydum ve her açıdan ilginç öğrencilerim oldu. Ancak köşe yazan pek çok meslektaşım gibi ben de iki alanı birbirinden ayırmaya, birbirine karıştırmamaya özen gösterdim.

***

Eğer geçtiğimiz salı Gazzeli öğrencim Maha’yı dinlememiş ve onu dinlerken sınıfla birlikte ağlamamış olsaydım herhalde dersle yazıyı birbirine karıştırmama kuralını ihlal etmez, sizinle Kültür Üniversitesi’ndeki Uluslararası İlişkilere Giriş dersinde duyduklarımı paylaşmaya kalkmazdım.

Ama 21 yaşındaki genç bir kız ödevi olan Filistin sorununu anlatırken bir anda onu ete-kemiğe büründürdü ve insansı hale getirdi, kendisi üstünden sorunun en önemli yönünü görmemizi sağladı. 2008 Gazze müdahalesinde hayatını kaybeden 1500’e yakın insanı sınıfta soğuk bir sayı olmaktan çıkarttı.

İstatistik bir anda acı oldu, hepimizin içine oturdu. Maha benim bir yılda anlatamadığım şeyi arkadaşlarına bir kaç dakikada anlattı, savaşın gerçek yüzünü görmelerini sağladı. 27 Aralık 2008’deki müdahalede okuldan erken çıkan erkek kardeşinin vurulan polis karakoluna gittiğini zannettiği andaki hislerini bizlerle paylaştı.

Maha Abusalim ve ailesi 2008 müdahalesinden zarar görmeden kurtuldu. Ama Gazze’ye uygulanan ambargo yüzünden önce babası, sonra da bütün ailesi Venezüella’ya gitti. Gidişleri de maceralı oldu. Refah sınır kapısından zorla Mısır’a geçtiler. 12 saatlik bir beklemenin ardından 7 saatlik otobüs yolculuğu ile Kahire Havaalanına vardılar.

Ancak Mısır polisi tarafından otobüslerinden saatlerce indirilmediler. Biletleri ve vizeleri olmasına rağmen Arap kardeşlerinin keyfi uygulamaları yüzünden uçaklarını kaçırdılar. Havaalanın alüminyum sandalyelerinde üç gün ve gece bekledikten sonra Roma üstünden Karakas’a uçabildiler.

Bir süre sonra da Maha bir internet tesadüfü neticesinde benim ders verdiğim okulu buldu. Son derece başarılı bir öğrenci olarak Almanya’dan, Fransa’dan, Polonya’dan, İsveç’ten, Nijerya’dan ve tabii ki Türkiye’nin dört bir tarafından gelen sınıf arkadaşlarına dünya siyaseti hakkında unutulmaz bir ders verdi.

Gazzeli öğrencim İsrail’e de, kendi yönetimine de, bu sorunu bir türlü çözemeyen uluslararası toplumun temsilcilerine de kızgın değildi. Yaşadıklarını da bizi kendi davasının yanına çekmek için bizlerle paylaşmadı. O bir daha bu tür trajedilerin yaşanmaması için konuştu.

Ben de onun anlattıklarından ve anlatış tarzından sadece sınıfımdakilerin değil hepimizin çıkartacağı dersler olduğunu düşündüğüm için dersimi size aktarmak, sizlerle paylaşmak istedim. Çünkü ne yazık ki bizler de sizler de dünya siyasetini bir oyun olarak görmeyi, ölen ve acı çeken insanları sayıya indirgemeyi seviyoruz.

Gazze, Suriye, Irak söz konusu olduğunda bölgesel stratejiden, istikrardan, jeopolitikten bahsediyoruz. Dünya Savaşlarını ölen, sakat kalan milyonlarca insandan arındırarak düşünüyoruz. Ölen PKK’lılara üzülen siyasetçilerimizi eleştiriyoruz. Çoğunlukla da acıları siyasi amaçlarımız için araçsallaştırıyoruz.

***

Oysa bizim aklımızda insansızlaştırdığımız her çatışmada, her savaşta, her müdahalede Maha’nın bize anlattıklarının çok ötesinde insani trajediler yaşanıyor. İnsanların organları kopuyor, büyük fiziksel acılar çekiyorlar. Hayatları boyunca kurdukları düzenler evleriyle birlikte yıkılıyor. 

Bizim gibi dışarıdan bakanlar olanı-biteni bilgisayar oyunu gibi görüyor, yaşanan trajedilerle aramızda bağ kuramıyor. Kurabilenlerimiz ise genellikle etnik ya da dini kardeşlik esası üstünden kuruyor, ötekileştirme mekanizmasının kendini yeniden üretmesine katkıda bulunuyor...