Çok senelere oldu, muhtemelen 90’larýn baþlarý idi, bu anýmý hiç unutmam, bir gazeteci kýz üniversitedeki odamý aradý, cep telefonu yoktu herhalde, bir görüþme istedi, bazý sorular soracaðýný söyledi, kabul ettim, randevulaþtýk, tam telefonu kapatacak iken hangi konularda görüþmek isetdiðini sordum.
Gazeteci kýz, benim ilginç görüþlerim olduðunu, Milli Güvenlik Kurulu’nun (MGK) varlýðýna ve Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý’nýn (DÝB) finansman biçimine karþý oldugumu söyledi.
Bir anda keyfim kaçtý, bu görüþlerimin hiç de ilginç olmadýðýný, demokratik bir hukuk devletinde MGK’nýn bir anayasal kuruluþ olmasýnýn, laik bir devlette de din hizmetinin genel bütçeden yani herkesin ödediði vergilerden finanse edilmesinin kabul edilemeyeceðini, bu ilkelerin demokrasinin çok temel ilkeleri olduðunu, bunun karþýtýný yani MGK ve DÝB’in mevcut statülerini savunmanýn esas çok ilginç olduðunu söyledim gazeteciye, o da bana kýzdý, görüþme gerçekleþmedi.
Benim için MGK’nýn anayasal statüsü ya da DÝB’in karþý çýktýðým, varlýðý deðil ama finansman biçimi siyasi konular deðildi, normlara aykýrý yapýlanmalardý, doðrulara, güzele en yakýn olduðunu düþündüðüm, bugün bu inancým daha da artýyor, batý demokrasileri normlarýna aykýrý idiler.
Kurumlar düzeyinde küreselleþme denen süreç, somut bir gerçeklik, zaten, tarihsel, sosyolojik spesifiteleri minimize ediyor.
O tarihlerden, daha da eskilerden beri hep normali savundum, normal de normdan gelir, yani, isterseniz, normlarý savundum, siyaset, siyasetçi kimliði bir anlamda, o da önemli ama, ikinci planda kaldý.
90’lý senelerde, 2000’lerde askeri vesayete tüm gücüm ve naçiz olanaklarýmla karþý çýkarken, ülkem Türkiye’nin AB tam üyelik perspektifini yine bütün gücümle desteklerken, anayasal anlamda herkesin “Türk” olmamasý gerektiðini söylerken, türbanlý genç kýzlarýn üniversite olanaklarýnýn engellenmesi karþýsýnda isyan ederken sosyolojik çevremden iki temel eleþtiri ya da tepki alýyordum.
Askeri vesayet iliþkilerini beðenmese de kanýksamýþ bir kesim, benim ve arkadaþlarýmýn yükarýda örneklerini verdiðim çýkýþlarýmýz karþýsýnda “Çok cesursunuz, korkmuyor musunuz?” diye sorarlardý, bu “cesaret ve korku” formülü hayret verici bir biçimde hep karþýmýza çýkardý.
Vesayet iliþikilerini daha da içselleþtirmiþ bir baþka kesim de özellikle askerin siyasetteki rolü karþýsýnda aldýðýmýz tavýr nedeniyle yine bana ve bizlere “Türkiye’nin temeline dinamit koyuyorsunuz, bunun faturasýýn ödeyeceksiniz” derlerdi.
Ben kendi adýma söylüyorum, neden ve niçin korkmam gerektiðini anlamazdým, zira, özetle söylediðimiz, askerin siyasetteki rolünün batý demokrasilerindeki seviyeye gelmesi idi, böyle bir ifade serdetmenin neden korkuya neden olmasý gerektiðini anlamazdým.
Tek derdim Türkiye’nin batý standartlarýnda bir hukuk devleti ve demokrasi olmasý idi ve hala öyle.
AK Parti iktidarý bu alanlarda çok önemli mesafeler alýnmasýna neden oldu, eski Türkiye önemli ölçüde ve olumlu anlamda deðiþti ama hala eski Türkiye’nin kalýntý bazý meseleleri, davranýþ kalýplarý sürüyor.
Ben de, yeni Türkiye fikrine çok sýcak bakan biri olarak, bu, eski Türkiye kalýntýsý kurumlara, davranýþlara tüm gücümle ve yine naçiz olanaklarla karþý çýkýyorum.
Ancak, bu kez çok ilginç bir süreç devreye girdi, bu kez de baþkalarý, 90’lý yýllardan çok farklý bir kesim, “Bu yazdýklarýnýz sizi korkutmuyor mu?” diye soruyorlar, ben de hala ve yine neden ve kimden korkmam gerektiðini anlamýyorum zira hala ve ýsrarla hukuku ve demokrasiyi savunuyorum.
Twitter’ýn, YouTube’ün kapatýlmasýna karþý çýktým, bence yanlýþ idari uygulamalar (batý demokrasileri standartlarý karþýsýnda) idi.
Bu yanlýþlýklara deðinirken bu kez de baþka bir kesim bana “Türkiye’nin temeline dinamit koyuyorsunuz” diye mailler, tweetler atmaya baþladý.
Eski Türkiye çok kötü idi, yeni Türkiye kavramýný tüm olanaklarýmla destekliyorum ama yeni Türkiye’nin en temel özelliðinin de insanlarýn yazdýklarý nedeniyle kimseden korkmamalarý, yazýlarla da da bir ülkenin kökenine dinamit konamayacaðýnýn anlaþýlmasý gerektiðine inanýyorum.
Galiba en zor, davranýþlar, tepkiler deðiþiyor.