Mustafa KARAALİOĞLU
Mustafa KARAALİOĞLU
Tüm Yazıları

Bir devir kapanıyor, bir sınıf anlayamıyor

Türkiye’de seçimler oluyor, süreçler yaşanıyor, art arda reformlar yapılıyor; bir ülke baştan ayağa değişiyor. Referanslar, meşruiyet kavramları yenileniyor, tabular yıkılıyor. Yasaklar özgürlüklerle yer değiştiriyor, ülkenin flu renkleri netleşiyor.

Üstelik bütün bunlar kansız, darbesiz ve şiddetsiz oluyor. Pek az demokrasinin yaşayabileceği muazzam değişim yine demokrasi içinde adım adım gerçekleşiyor.

Düşünün... 10 yıl önce fikri, siyaseti, eğitimi, tarzı, tavrı düşman ve yasak olan Ekmeleddin İhsanoğlu gibi bir isim bugün o yasağın kaynağı olan parti tarafından ülkenin bir numaralı koltuğuna aday gösteriliyor. Değişimi anlatmak için başka örneğe gerek var mı? 2008 yılında bile parti kapatma sebebi sayılan ne varsa bugün siyasetin en tartışmasız meşruiyet kaynakları haline gelmiştir.

Türkiye böyle değişti işte... Muhafazakar, yenilikçi, demokrat ve siyasi kadrolar, toplumsal dinamik, daha fazla temel hak ve özgürlükle değişmez zannedilen sistemi ustaca değiştirdi. Kemalist çelik çekirdek toplumun ürettiği yüksek ateş karşısında dayanamayıp eridi. Vesayet kurumları birer birer mağlup edilerek tarihe gömüldü. Asker ve sivil bürokrasinin rolü küçüldü, jüristokratik güçler bastırıldı, medya ve sermaye kuşatması yarıldı. Yani, milli irade üzerinde ortaklık iddia eden cümle vesayet unsuru zaman içinde hak ettiği yere gönderildi. Kürt meselesinden Alevi açılımına, başörtüsü yasağından kadın-çocuk ayrımcılığına kadar ne kadar problem alanı varsa hepsine el atıldı. Ya çözüm bulundu ya da geri dönülmez bir çözüm iradesi ilan edildi. Düşünün, gerginliğin en yoğun olduğu şu günlerde, seçime gidilirken bile Kürt meselesinde çözüm için birkaç yıl önce hayal bile edilemeyecek kanun çıkartılıyor.

Neden o gün Yeni Türkiye demiştik?

13 Eylül 2010 günü, yani referandumun ertesi sabahı ülkenin gelecek perspektifine Yeni Türkiye adını yakıştırmamız ve hatta bunu gazetenin sloganı ilan etmemiz bundandır. Halk iradesi tahakkuk etmişti ve o sayede vesayet geri dönmeye ve değişim geri dönüşsüz bir iradeyle sistemin kendisi olmaya başlamıştı. O günden sonra da daha yeni ve daha demokrat bir ülke yolunda yürüyüş devam etti...

Şimdi ise Yeni Türkiye’nin final sahnesi kuruluyor.

38 gün sonra, 10 Ağustos’ta vesayetin son perdesini indirmek üzere Cumhurbaşkanlığı seçimi için sandık başına gideceğiz. Bugünün kavramlarına ve bugünün parametrelerine takılıp kaldığımız takdirde 28 Ağustos sonrasını anlamak mümkün değildir. Siyasetçilerin nutuklarına, televizyon ekranlarına, gazete köşelerine bakıyorum ve bugüne kadar irili-ufaklı bütün değişim süreçlerini ıskalamış veya fark edememiş veyahut da fark etmek istememiş olan bir sınıf yine aynı noktada ısrar ediyor. Kemalist siyaset, medya ve akademi sınıfının yaşanan muazzam değişimi anlama ve kavrama faaliyeti internette laf yetiştirme düzeyini aşamıyor. Bir hayat geçiyor, bir ülke değişiyor ve bir tarih yazılıyor ama eski Türkiye elitleri ısrarla bütün bu yaşananlara gözlerini kapatıyor.

Çankaya için seçim halkın bilinçli tercihidir

Ne var ki gözleri kapatmak değişim gerçeğini değiştirmiyor.  

“Kürt” demenin, mahkemede Kürtçe konuşmanın yasak olduğu bir ülkeden bütün bu yasakların kalktığı bir ülkeye geçtikten sonra eski kavrayışla konuşamazsınız...

Askerin sevk ve idare ettiği siyasetten askersiz bir siyasetin hakimiyetinden sonra siyaseti o dönemin zihin yapısıyla kavrayamazsınız...

Aynı şekilde, halkın oylarıyla denkleme girip Cumhurbaşkanı’nı seçtiği bir ülkede Çankaya’nın rolünü, önemini ve fonksiyonunu eski sınırlarında tutamazsınız. Tutacaksanız bunu seçilecek şahsa değil, halka anlatmak zorundasınız. Meselenizi, o yetkiyi veren güçle, yani milletle tartışmalısınız. Oyuna, Çankaya üzerinden yeni bir aktör giriyor. Toplum 2007 yılında bilinçli bir tercihle cumhurbaşkanını kendisi seçme kararı verdi, şimdi de bu kararı hayata geçiriyor. Bu iradeye kayıtsız kalınamaz...

Yeni Cumhurbaşkanı’nın nasıl davranacağı, ne kadar yetki kullanacağı ve neye ne kadar karışacağını merak etmek kadar, Türkiye’nin çözüm bekleyen meselelerinin üstesinden nasıl gelineceğini de düşünmek gerekir. Ve milletin çözüm için kime yetki ve sorumluluk yüklediğini...