Bir devlet nasıl yıkılır?

İmralı süreci ilerledikçe süreci baltalamaya dönük fiili ve sözlü çabalar da artıyor. Kürtçü ve ulusalcı kanat ülkenin bölüneceğine dair iddiaları bilinçli olarak seslendiriyor. Doğal olarak bu çabalar geniş kitleleri de etkiliyor ve ‘Türkiye bölünecek mi’ korkusuna neden oluyor.

Evrensel kuraldır, bir devletin yaşaması egemenliği altındaki insanların ona sahip çıkması ile doğrudan ilişkilidir. Şeyh Edebali’ye atfedilen özlü bir söz ile özetleyecek olur isek insanı yaşatan devlet yaşar. Peki, insanı yaşatmak ne demektir? İnsanı yaşatmak demek insanların sadece nefes alıp vermesi mi demektir?

Bir devleti ayakta tutan, dolayısıyla insanlarını da yaşatan beş temel işlev vardır. Eğer bir devlet bu beş hizmeti layıkıyla yerine getirebilirse kendi geleceği ile ilgili endişe etmesine de gerek kalmaz. Bu hizmetler:

Refah, adalet, güvenlik, özgürlük ve saygıdır.

Aş, iş, adalet

İlk olarak devlet vatandaşının refahını temin etmelidir, ona iş, aş ve gelecek vermelidir. İşsizliğin % 30’larda, % 40’larda gezdiği yerlerde insanlar devlete ihtiyaç duymazlar, ortak geleceğe de inanmazlar. Eğer bir bölgenizde gençlerin dedesi gibi babaları da işsizse, kendileri gibi oğullarının da işsiz olacağına inanıyorlarsa orada devletin bir ayağı çatırdıyor demektir.

İkinci olarak, devlet adil olmalıdır. Kişilerin ırkı, dini, dili, cinsiyeti, görünüşü, görevi ve zenginliği ne olursa olsun kanunlar herkese eşit ve adil olarak uygulanmalıdır. Mahkemeler uygulamalarında tutarlı olmak zorundadır. Bir ilden diğerine aynı eylemin birden fazla cezası olmamalıdır. Polis, jandarma ve savcıları gören halk onlardan korkmamalı, tam tersine onları gördüğü zaman kendilerini güvende hissetmelidirler. Doğuştan gelen özellikleri nedeniyle insanınıza mahkemede dilini bile yasaklarsanız orada yine bir şeyler çatırdıyor demektir.

Güvenlik ve özgürlük

Üçüncü olarak insanlar devletlerinin kendilerini içeride ve dışarıda kötülerden koruyacağına emin olmalıdır. Kanunsuz güç zalim olur, güçsüz kanunlar ise aciz olur.

Devlet ne zalim olmalıdır, ne de aciz. Halkını ezmeyen devlet, insanını terör örgütlerinin insafına da bırakmamalıdır. Vatandaş kolluk güçlerini gördüğü zaman kanunların o ülkede ne kadar güçlü olduğunu hissetmelidir. Aksi takdirde verilen özgürlükler ve haklar önce acizliğe, ardından da şer güçlerin zulmüne döner.

Dördüncü olarak devlet halkını özgür hissettirmelidir. Bunun da yolu demokrasiden geçer.

Saygı

Beşinci ve son olarak devlet vatandaşlarını saymak ve sahiplenmek zorundadır. Bunun en alt düzeyi temel insan hakları bildirgeleridir. Devlet bu minimum standartlardan ne kadar yukarı çıkabilirse insanının ona olan saygısı ve sahiplenmesi de o kadar yüksek olur.

İşte bu beş alanda sorun yaşanıyorsa o devletin bölünme korkusu duyması doğaldır. Türkiye örneğine bakacak olur isek Türkiye tüm bu alanlarda geçmiş ile kıyaslanamayacak kadar büyük mesafeler almış bir ülkedir. Türk ekonomisinin tarihinin en iyi yıllarını yaşadığı reddedilemez bir gerçektir; istenilen düzeye henüz ulaşamamış olsa da demokratikleşmede alınan mesafe de ortada; güvenlik alanında ciddi iyileşmeler var; devlet kendisini ve geçmişini sorgulayabiliyor vs.

Kısacası tüm bu saydığımız alanlarda iyileşmeler yaşanırken Türkiye’nin iç gelişmelerden hareketle bölünme korkusu yaşaması yersizdir. Burada endişe verici alan Ortadoğu’da yaşananlardır. Bölgemizde oluşan dış türbülanslardan korunabildiğimiz sürece Türkiye’nin bölüneceğine dair endişelerin yersiz olduğunu bir kez daha belirtmek isteriz.