Bir dönemin başlangıcı olarak 2012 yılı

Geçen sene tam bu zamanlar, yani 2011’in son günlerinde, hem Avrupa krizi hem de dünya ekonomisinin genel durumu ile ilgili, dünyada ve bizde ekonomi yönetimini elinde bulunduran çevrelerde abartılı bir karamsarlık vardı. Özellikle 2012’nin ilk çeyreğinde Avrupa’da bir çöküş olacağı ve bunun da bizi etkileyeceği neredeyse resmi görüş olmuştu. Başta IMF olmak üzere birçok yatırımcı kuruluşun raporları, Avrupa ile birlikte gelişmekte olan ülkelerde de ciddi bir büyüme düşüşü olacağını öngörüyordu. IMF, Türkiye ile ilgili büyüme tahminlerini yüzde 2 civarında dolaştıyordu. Ancak, Türkiye’de özellikle sanayi üretimi ve buna bağlı ihracat, 2011’de yakalanan büyümenin de ivmesiyle, 2012’nin ilk çeyreğinde, bizi öyle yüzde 2’lere düşürecek seviyelere inmedi. Türkiye’de sanayi üretimi ve buna bağlı ihracat artmaya devam ediyor ve işsizlik de düşüyordu. Türkiye, Avrupa’da işsizliğin neredeyse geometrik olarak arttığı bu dönemde işsizliği yüzde 8’lere çekmeyi başardı.

Dünyada ise Amerika tarafında yeni bir stratejinin adımları atılıyordu. Fed, bu dönemde hızla Volcker ve Greenspan dönemlerinden kalma dezenflasyonist politikalardan çark ederek bugün konturları kesin olarak belirginleşen yeni polikalarını ördü. İkinci Obama döneminin altyapısını oluşturacak bu politika, ilk önce ABD’nin üçüz açıklarını azaltmaya dönüktü. Ancak bu toparlanmanın arkasında ABD’nin yeni stratejisi yatıyordu. ABD, ilk önce Bush döneminde artan iç dengesizliği gidermek, işsizliği doğal orana indirmek ve içe dönük bir  konsolidasyon yapmak istiyor ve sonrasında da, geleceğin küresel ağ toplumunu yönlendirecek bir ‘akıl’ ve teknoloji merkezi olmak istiyordu. (Bugün ‘mali uçurum’ tartışmasının arkasında aslında bu gerçek vardır.) Bu, Bush döneminde doruğa çıkan karşılıksız dolara ve militarizme dayanan politikaların tam tersi idi. Zaten bu politikanın en somut karşılığını, 2012 yılında Ortadoğu’da gördük. ABD, Irak’dan düzenli olarak çekilirken Suriye’deki iç savaşa rağmen, hiç bir zaman müdahale yanlısı olmadı. Tam aksine, başta Türkiye olmak üzere, burayı kriz sonrası yönlendirecek ülkelere bıraktı. Bu, ulusalcı siyasetin iddia ettiği gibi, ABD’nin Ortadoğu’da Türkiye’yi ileri sürmesi falan değildi, aslında bu iddialar bugün küresel ekonomiyi yeniden şekillendiren dinamiklere baktığınızda oldukça komik. Bu iddiaların sahipleri nedense herşeyi mutlaklaştıran bir akla ve mantığa sahip. İçinde bulunduğumuz dönüşümün bir dönemi, yani ABD’nin başını çektiği ulus-devletler dönemini bitirdiğini göremiyorlar. Böyle dönemlerin bittiğini kabul etmek her zaman zor olmuştur, örneğin Britanya’nın öncülüğünde imparatorluklara dayanan sömürgeci dönemin bittiğini Britanya ancak 1929 çöküşünden iki yıl sonra algılayabilmiş ve Sterlin’in altına bağımlığını kaldırarak bir dönemin bittiğini resmen ilan etmişti. Şimdi de Bretton-Woods’da sınırları çizilen dolara dayalı sermaye birikim düzeni bitiyor. Çok kutuplu yeni bir dünyaya adım atıyoruz. Ama işin ilginci bunu en tepedeki ABD kabul ediyor ve buna uygun yeni bir stratejiye geçiyor ama en alttakiler hâlâ ‘ABD bu sistemin ağası, ağaya sorgu,sual olmaz, herşeyi o yönlendiriyor’ deyip duruyor.

Yeni dönemde AB

Öte yandan, 2012 yılı, yukarıda ABD için anlattığımız dinamiklere bağlı olarak, Avrupa için bir yol ayrımını ortaya çıkarmıştır. AB, bu ‘iki arada bir derede’ haliyle bitmiştir. Şu anda AB’de ‘ya tam anlamıyla birlik ya da dağılma’ süreci başlamıştır. Geleneksel Alman sermayesi ve finans yapısı, yalnız kuzeye sıkışacak Almanya merkezli yeni bir Reich oluşturma peşindeydi. Bu plan, Türkiye’nin küçültülerek parçalanmasını da içeriyordu. Bunun için derin Alman devleti, Türkiye’de, siyasi ve ekonomik çok operasyon yapmıştır. Ancak son  Standard&Poor’s’un Yunanistan’ın kredi notunu 6 kademe birden yükseltmesi ve onun öncesinde mali sistemin denetiminin Avrupa Merkez Bankası’na geçmesi için, Almanya’ya rağmen, mutabakat sağlanması, AB’de siyasi birlik ve genişleme yanlısı güçlerin öne çıkmakta olduğunu gösteriyor. Bunda Obama’nın yeniden seçilmesinin büyük rolü vardır. 

Neyse söylemek istediğim şudur; 2012 yılı, tam beş yıl önce, ABD’de finansal bir çalkantıyla kandini gösteren büyük krizin bence dönüm noktası olmuştur. 2012 yılında felaket olacağını Mayalar gerçekte söylememiştir ama bu yılın felaket olacağını bizim gibi ülkelere IMF gibi hâlâ geleneksel- savaş yanlısı sermayenin elinde olan kurumlar söyleyip, büyümemizi düşürmemizi öğütlemişlerdir. Bizde bunları, ne yazık ki, ciddiye aldık. Karl Marx, daha 1848’de bu ulusalcıların dar kafalı olduğunu ilan etmişti; bunu biliyoruz ama ya ulusalcı olmayanlar neden onlar gibi düşünüyor, anlamak mümkün değil.