İstanbul, neredeyse 20 milyona varan nüfusuyla ortaboy bir devlet..
Gerek İstanbul içinde ve gerekse Anadolu’nun muhtelif şehirlerinde, umûma da açık ve ama, daha çok genç nesillerle hemen her hafta sohbet toplantılarında bir arada oluyoruz.
Bu sohbet toplantılarında, göklerimizde bir parlak yıldız gibi bize göz kırpan İslam’ın yeryüzüne nasıl indirileceği ve onu nasıl uygulayacağımız üzerine, elbette ideallerimiz ve hayallerimizle de süslenmiş bir dünya kurmaya çalışıyoruz. Haliyle, ‘Müslüman coğrafyalarında yaşanan bugünkü acı tablo’ da hemen her yerde gündeme geliyor.
Zihinlerimiz buğulu..
Müslüman coğrafyaları, hele de 100 yıla yakın zamandır, kan deryası içinde çırpınıp duruyor, boğulmaktan kurtulmak için..
Hele de son yıllarda, yüzbinlerce- milyonlarca müslüman, başta Suriye, Irak ve Afganistan olmak üzere, müslüman coğrafyasından, yerlerini-yurtlarını bırakıp, başka dünyalara sığınmak için aç, parasız, perişan durumda, özellikle de emperyalistlerin coğrafyalarına doğru akın-akın kaçıyorlar.
***
Emperyalist güç odakları da bu durumu tabiatiyle, İslam’ı ve müslümanları küçük düşürmek için yeni bir propaganda silahı olarak kullanıyorlar. Nicelerimiz de bu durumun sadece müslümanlara ait bir görüntü olduğunu sanıyoruz. Emperyalist dünyalar elbette ki, kendilerinin sadece şu son yüzyıldaki iki Dünya Savaşı’nda, birbirlerini on milyonlar halinde nasıl öldürdüklerini hatırlatacak değiller ya.. (Gerçi, bu tablo onlara yakışır ama biz müslümanlara kesinlikle yakışmıyor, elbette..)
***
Bugün o yâd ellere sığınan bu insanların yarınlarda oralarda kendi inanç dünyalarını nasıl koruyabilecekleri ve yaşıyacakları, ağır sosyo-psikolojik travmaların altından nasıl kalkacakları da bir ayrı konu..
Bu tablodan elem ve ızdırab duymamak mümkün mü?
19 Kasım günü, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da, İslam İşbirliği Teşkilatı’nın toplantısında konuşurken, 1 milyar 700 milyonluk dünya müslümanlarının bir avuççuk terör gruplarıyla birlikte değerlendirilemeyeceğine ve onların insafına bırakılamayacağına, bu görüntüye izin verilmemesi gerektiğine değiniyordu, haklı olarak..
***
Mevcud durum gerçekten de iç karartıcı.. Aynı ızdırablar, aynı iç sancıları ve sosyal travma darbeleri hepimizi derinden etkiliyor ve düşündürüyor.
Ama, mes’ele genelde, sadece acı sonuçlarına göre ele alınıyor. Halbuki, konu, sebeb-sonuç ilişkisi ve mantıkî bağı içinde ala alınsa, mes’ele daha iyi anlaşılacak..
Ve bugün, yüzbinlerin sığınmaya çalıştığı emperyalist dünya, gerçekte dünyada ve özellikle de müslüman coğrafyalarındaki perişanlığın aslî etkeni konumundadır.
***
40 yıl önce ölen ünlü ingiliz tarihçi- filozofu Prof. Arnold Toynbee’nin ‘Medeniyet Yargılanıyor’ isimli ilginç bir iddia- tespit vardır.
Toynbee -özet olarak..- der ki:
‘1699’da ilk toprak kaybını imzaladığı Karlofça Andlaşması’yla, Osmanlı’nın boğazına bir kement geçirilmişti.. Ama, beden her şeye rağmen hâlâ güçlü idi. Batı Hıristiyanlığı bu kemendi tamamiyle sıkabilmek için 200 -250 sene daha uğraşacaktı.’
Gecikmeli ve zor da olsa, onlar Müslümanların elindeki bir büyük gücü yok etme planlarını gerçekleştirdiler.
***
Emperyalist-şeytanî odaklar, Müslümanların aralarındaki bağları koparıp, siyasî irade birliğini sağlayan temel kurumları da emperyalizmin içimizdeki yerli uşakları eliyle yok ettikten sonra, bize, bizim kültür ve medeniyet dünyamızın ne kadar ilkel olduğunu hissettirmeye, bir aşağılık duygusu pompalamaya çalışıyorlar.
Bu parça-bölüklük durumunu atlatamayışımız elbette biz müslümanların kusurudur ama sadece sonuca bakarak değerlendirme yapmakla, içine yuvarlandığımız hendekten çıkmamız da daha bir zorlaşacaktır.
O halde, Müslümanların dünya sahnesindeki yerini bir siyasî irade birliğine sahip olarak almaları için ne yapmak gerektiğini düşünmeliyiz.