Bir gün Çevik Bir sizi ele verirse...

Mehmet Yakup Yılmaz’ından Ertuğrul Özkök’üne, Emre Kongar’ından Sedat Ergin’ine, onlarca, belki yüzlerce isim, Ergenekon (ilaveten Balyoz) davalarındaki mağduriyeti, “haksız tutuklamaları”, gazetecilere yapılan fenalıkları, yok yere içeride yatan generalleri yazdılar.

Bir tür, “Ergenekon sanıklarıyla danışma” platformu oluşturdular.

Sedat Ergin kardeşimiz “özel çalışma” bile yaptı.

Balyoz iddianamesini mercek altına aldı ve delillerin “üretme” olduğunu kanıtlama yarışına girdi. Yarışın diğer elemanı, damat Dani Rodrik’ti.

Özetle, iddianamenin altını boşaltmaya, darbe yargılamalarını işlevsizleştirmeye çalıştı.

Ne kadar başarılı oldu?

Bunu Alper Görmüş’e sormak lazım.

İlk dalga tutuklamalarda “utangaç” ve “çekimser” kalan, “Dur bakalım bu işin sonu nereye varacak?” merakıyla, biraz müteyakkız, biraz tedirgin bekleyen arkadaşlarımız, soruşturmanın daha ileri gitmeyeceğine kanaat getirdikten sonra sırayla kafa çıkarmaya başladılar.

Soner Yalçın alındıktan sonra, iyice palazlandılar.

Bu kadar da olmazdı.

Nedim ve Ahmet alınmıştı. Büyük haksızlık yapılmıştı.

Elinde kaleminden başka suç aleti bulunmayan Soner Yalçın’a mı gelmişti sıra?

Ne yapmıştı Soner Yalçın?

Düşünmüştü...

Her düşüneni içeri almak mı gerekirdi?

Erdoğan’ın “ileri demokrasi” dediği böyle bir şey miydi?

Böyle yürek parçalayıcı yazılar yazdılar, yürüyüşler düzenlediler, mitingler yaptılar, imza topladılar, “ağzı bantlı fotoğraflar” çektirdiler.

Elinde kaleminden başka suç aleti bulunmayan Soner Yalçın’ın, kalemiyle neler yaptığına, kimleri hangi suç örgütlerine hedef gösterdiğine, hangi aileleri milliyetçi azgınlığın önüne attığına, hangi meslektaşlarına yönelik sistematik “itibarsızlaştırma kampanyaları” düzenlediğine yahut düzenlenmesine önayak olduğuna bakmadılar bile. (Bkz. “Kömürcünün karısı”, “mutluluk çubuğu”, “eşcinsel parfümü”, “İsmail’in anasını belledim” vakaları ve “Sabetaycılık”çalışması...)

Hatırı kalmasın diye, arada “cemaat” meselesini kurcalayanlar da oldu.

Bütün kötülükleri cemaate, cemaatin devlet içindeki örgütlenmesine fatura ederek, sanıklarla ilgili bir tür “masuniyet alanı” oluşturmaya çalıştılar ve kısmen başarılı da oldular.

Daha ileri düşüncelilerimiz, PKK’yla mücadelede zaaf gösterildiğini, komutanların içeri alınmasıyla böyle bir görüntünün ortaya çıktığını, dolayısıyla Ergenekon davasında asıl amacın “yurtsever generalleri tasfiye etmek” olduğunu yazdılar.

Denilebilirse, bu ilgi, bu yürekten destek, bu göz yaşartıcı “anlama ve kollama” çabası, bugüne kadar hiçbir generale nasip olmadı.

Fakat, merakımı muciptir:

Bu, “darbe sanıklarını anlama ve kollama gönüllü konsorsiyumu” neden dönüp Çevik Bir’e, Erol Özkasnak’a, Teoman Koman’a ve diğer 28 Şubat tutuklularına bakmaz?

Bunların suçu, darbeyi başarmış olmaları mı?

Bu sanıklara destek vermeyerek, zımnen, 28 Şubat müdahalesinin bir darbe olduğunu, darbe eyleminin de mutlaka tecziye edilmesi gerektiğini mi anlatmaya çalışıyorlar?

Çevik Bir Paşa, “Biz kafamıza göre hareket etmedik. Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı da bu işten sorumludur” demiş, komutanı hakkında suç duyurusunda bulunmuştu.

İlerisini düşünebiliyor musunuz?

Bir gün kafası atıp, “Bugün desteklerini bizden esirgeyen gazeteciler de darbe suçlusudur, onlar da yargılanmalıdır” derse ne olacak?

Der mi, der...

Ben olsam, vaktiyle karşımda kırk takla atıp, “Paşam daha ne duruyorsunuz, ne zaman geleceksiniz, Erbakan’a haddini ne zaman bildireceksiniz?” diyen “hınk deyicilerimi” ele verirdim.

Belli de olmaz...

Bakarsınız bir sürpriz yapar Çevik Bir...